Bu Blogda Ara

25 Ocak 2007 Perşembe

Küba'da bir Çerkez: Che

Çerkezler, Ruslar'ın soykırımına uğradıklarını iddia ederek, bunu uluslararası arenaya taşıdı. Che Guevara'nın Çerkez kökenli olduğu iddiası ise Kafkas Kartalları'nın tarihindeki ilginç bir ayrıntı.

Çerkezler, savaşlarda ve sürgünde Ruslar'ın kültürlerine soykırım uyguladığını iddia ederek, bunu Avrupa Parlamentosu'na taşıdı. Bu amaçla önce 1 Temmuz 2006'da Rusya Federasyonu'nda Duma'ya başvuruldu. Ardından 11 Ekim 2006'da Avrupa Parlamentosu'na yapılan müracaatta, Rusya'nın gerçekleştirdiği soykırımın tanınması istendi. Türkiye, Rusya, Ürdün, Suriye, Almanya, Belçika, İsrail, Amerika ve Kanada'daki 20 Çerkez derneği, Kafkas Savaşı sırasında Rusya'nın sadece ele geçirdiği topraklarla yetinmeyip, buradaki yerli halkı da yok etme amacı güttüğünü iddia etti.

Karadeniz'e Gönderildiler
Başvuruda tarihi ve kültürel geçmişlerini anlatan Çerkezler, 18. Yüzyıl'ın ikinci yarısında Rus İmparatorluğu'nun yayılmacı politikasının, Çerkez halkı için etkileri halen devam eden ulusal bir trajedi olduğunu belirtti. Ruslar'ın topraklarını gasbettiğini, bütün köyleri yaktığını, kadın, çocuk, yaşlı demeden toplu katliamlar gerçekleştirdiğini öne süren Çerkezler, zorunlu göç için Karadeniz kıyılarına gönderilen binlerce kişinin, açlık ve hastalıklardan öldüğünü ifade etti. Bugün Rusya Federasyonu'nun 4 bölgesinde 700 bin kadar Çerkez bulunduğunu vurgulayan Çerkezler, 3 milyondan fazla Çerkez'in de anayurtlarının dışındaki 50 ayrı ülkede yaşadıklarını, yapay olarak meydana getirilen bu ayrılığın ise kültürlerini ve dillerini yitirmelerine neden olduğunu öne sürüyor. Çerkezler, Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen soykırım suçu ve cezalandırılması ile ilgili tavsiye kararına ve gerçeklere dayanarak, 18. Yüzyıl'ın sonundan 20. Yüzyıl'a kadar Çerkez halkına uygulanan soykırımın kabul edilmesini istiyor.

Abhaz- Bask Akrabalığı
Bu arada, Avrupa'da birçok kültürün Çerkez soyundan geldiğine inanılır. Büyük bölümü İspanya sınırları içinde kalan, bir kısmı İtalya, bir kısmı da Fransa toprakları üzerinde bulunan Baskonya'da yaşayan Basklar'ın, Çerkezler'in Abhaz boyu içinde yer alan Bashağlar'ın soyundan geldiği düşünülür. Buna en büyük kanıt olarak da Bask dilinin Abhazca'yla büyük benzerliği gösterilir. 2 dilde birçok ortak kelime vardır. Abhazca'daki "oğlu" anlamına gelen "ba", Baskça'da "bebek" anlamına gelir. Brittanica Ansiklopedisi, Bask dilinin Kafkas diliyle ilgili ve aynı aileden olduğunu yazar. Basklar'ın çoğunluğu antropolojik tip olarak Abhazlar'a benzer. Sarışın ve açık renk gözlüdür. Basklar da Kafkaslar gibi ormandaki büyük meşe ağacın altında toplanıp sorunlarını tartışırlardı. Yunan bilimadamı Sokrat dta Kafkas halkları ile Basklar'ın aynı soydan olduklarını yazmıştır.

Çerkez Che!
Yazar Aydın Osman Erkan da Basklar'ın ırk ve dil olarak Abhazlar'la akraba olduğunu öne sürer. General İsmail Bekok da Tarihte Kafkasya adlı kitabında Basklar'ın Abhaz halkı ile aynı soydan geldiklerini anlatarak, bunlara Kafkasya'da hala "Baskheg" diye hitap edildiğini belirtir. Basklar'ın yaşadığı Pirene Dağları ve sorunları da Kafkasya'ya benzer. Bölgedeki 600 binden fazla Basklı'nın yanı sıra Uruguay ve Arjantin gibi Latin Amerika ülkelerinde yaşayan Basklar da var. Bazı Çerkezler, annesi Basklı olan Güney Amerika'nın efsanevi lideri Che Guevara'yı da bu nedenle Çerkez kabul eder ve onun gerilla savaşındaki becerilerini de Çerkez olmasına bağlar. Bazı tarihçiler, üzerindeki uygarlıkla birlikte battığına inanılan Atlantis ile Kafkasya ve Basklar arasında da bağ kurar. Birçok araştırmacıya göre, Atlantis Atlas Okyanusu'nda değil Akdeniz'de veya Ege'de, bazı araştırmacılara göre ise Kafkasya'daydı. Avrupa'nın en yüksek dağları Pireneler, Alpler ve Kafkas Dağları'dır. Bu teze göre, Atlantis battığında kurtulanlar da bu dağlarda yaşayanlardır. Çerkezler arasında, en küçük bir köydeki en cahil bir ihtiyar kadına kadar kızdıkları zaman söylenen bir söz vardır. "Tha ham hitug ou vieh." Yani "Allah seni o batan adaya sürsün". Kafkasya sahillerinde hiç ada yoktur ve bu söz çok eski bir deyiştir. Hatta dağ köylerinde denizden yüzlerce kilometre uzakta, deniz görmemişler arasında da kullanılmaktadır.

Onur konuğu
Çerkezler'in yaşadığı Osmaniye, Mehmetbeyli, Maraş, Pınarbaşı, Kayseri, Sivas, Şarkışla, Tokat, Turhal, Erbaa ve Samsun hattından Karadeniz'e ulaşan Prens Ali ve arkadaşları, 25 Eylül'de Samsun'dan feribotla Kafkasya'ya geçip Soçi Limanı'na indi. Yürüyüşün amacının Çerkezler'in kültürünü tanıtmak ve tüm insanlar arasında kardeşlik bağını güçlendirmek olduğunu açıklayan Prens Ali, Türkiye'de ve Kafkasya'da büyük ilgi gördü. Prens Ali'nin atlı yürüyüşü, belgesel film haline de getirildi. Daha önce birkaç kez Kafkasya'ya giden Prens Ali, yürüyüşten 3 yıl önce de Maykop'ta toplanan Dünya Çerkez Birliği Genel Kurulu'na "Onur Konuğu" olarak katılmıştı. Zaman zaman Türkiye'ye de gelen 31 yaşındaki Prens Ali, Çerkez derneklerinin davetlerine ve gecelerine de katılıyor.

18 Ocak 2007 Perşembe

ÇERKES'in TÜRKÜSÜ

Ben, GÜLÜŞ'te anlam ararım,
SUSUŞ'ta mana,
EREK'lerime kan sıçradı,
O bir SON'du,
SÜRÜLMEK'le bitse eğer.
Ben doğurdum o GÜNEŞ'i,
Orada,
ÖZGÜRLÜĞÜN başucunda,
Nöbetteyim GECE'lerce.
BEN'den gebe O KARADENİZ,
O KURŞUN, o AT, o SÜRGÜN benim için.
Kollarım TANK, ROKETATAR,
Bilgisayar BEYNİM.
BEN,
Tüketilemeyen ÇERKES'im...

Kisaca Cerkesler

ÇERKESLER/KAFKASYALILAR,ÇERKESLERİN ANAVATANI
Çerkesler Kafkasyada binlerce yıldır yaşamakta olan otantik bir halktır. Etraflarında yaşayan halklardan belirgin şekilde ayrılan bir kültürel yapıları vardır.Kendi mitoslarına göre NART’ların çocuklarıdırlar.Avrupalılar Çerkesleri ‘CIRCASSIANS’ olarak adlandırırlar.Çerkes veya Kafkasyalı diye nitelendirilen bu halk aynı etnik kökenden gelen veya yakın akraba olan birçok boydan oluşur.Karadeniz ile Hazar Denizi arasında kalan koridorda Adigeler,Abhazlar,Osetler,Çeçenler ve Dağıstanlılar yaşamaktadırlar.Kafkasya terimi,coğrafik olarak bu bölgeyi tanımlar.


SÜRGÜN
Çerkes Halkları yaklaşık 300 sene boyunca Rusya ile yaptıkları özgürlük savaşını kaybetmişler ve tarihin en acımasız sürgününe maruz kalmışlardır.21 Mayıs 1864’te son Çerkes savaşçıları da yenilgiye uğramış,savaştan ve soykırımdan artakalanların büyük bir çoğunlığu Osmanlı İmparatorluğuna sürgün edilmişlerdir.Sürgüne tabi tutulanların 1.500.000 kişi olduğunda mutabakat vardır.Bunun da %30 kadarı,açlık,hastalık ve gemi kazalarında,sürgün yollarında hayatlarını kaybetmişlerdir.Çerkesler,şu anda tarihi topraklarının pek azında yaşamaktadırlar.Çerkesler,günümüzde anavatanları haricinde Türkiye,Ürdün,Suriye,ABD,Almanya,Hollanda gibi dünyanın 40’dan fazla ülkesinde yaşamaktadırlar.Sayısal olarak çoğunluk halen anavatanları dışında yaşamaktadır.


TÜRKİYE’DEKİ ÇERKESLER
Türkiye’de tüm Çerkes halklarından(Adige,Abhaz,Çeçen,Oset ve Dağıstan) çeşitli sayılarda insan yaşamaktadır.Türk Kurtuluş Savaşında aktif olarak yeralan Çerkesler,Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda,Anadolu’da yaşayan bütün halklar gibi üzerlerine düşen herşeyi fazlasıyla yerine getirmişlerdir.Türk Kurtuluş Savaşinda hem bireysel hem de örgütlü direnişin İLK SAVAŞÇILARI:Çerkeslerdir.Kurtuluş Savaşı’nın örgütlenmesi aşamasında herzaman varolmuşlardır.


NART DESTANLARI(Nart Mitolojisi)
Çerkes toplumunun en önemli kültürel kalıntısı Nart Destanları’dır.Bilim adamlarının yaptığı çalışmalarla, Nart Destanları M.Ö. 3500-3000 yıllarında tarihlemekte ise de konu edindiği ilk başlangıç olguları bakımından destan başlangıcını daha da eski dönemlere taşımak mümkün gözükmektedir.

Nartlarin Asil Cocuklari Cerkesler



---NARTLARIN ASİL ÇOCUKLARI ÇERKESLER ---

Güneşin çocuklarıydı onlar,
Güneşe döndüler.
Akınlar bitiremedi,
Bitiremedi onları devler,
Ejderhalar.
Güneşin çocukları,
Güneşe döndüler.
Güneşten mezarları üstüne
Güneşçe yazılarla,
Destanlarını yazdılar.
Şeref ve kahramanlık dolu
Destanlarını.
Işıklarla gelir bize
Onların destanları.
Her biri bir ışıktı onların,
Işıklar yazabilirdi ancak,
Onların yaşamlarını.
Güneşin çocukları,
Güneş gibi olur.
Güneşçedir yaşamları...

17 Ocak 2007 Çarşamba

Çerkesler gitmekle kalmak arasında





Çerkesler gitmekle kalmak arasında


Sürgünün hemen ardından anayurda dönüş hayali kuran Çerkesler, kesin dönüş yapmakla ziyaretleri sıklaştırmak arasında çözüm arıyor.


Dünya Çerkes Birliği 140 yıl önce Kafkasya’dan sürgün edilen soydaşlarını İstanbul’da buluşturmaya hazırlanıyor. Mayıs başında düzenlenecek Çerkes Kongresi’nin alışılageldiği üzere Kafkasya’da değil de İstanbul’da yapılacak olmasının birkaç sebebi var. Suriye, İsrail, Ürdün, Lübnan, Mısır, Makedonya, Yunanistan gibi kırka yakın ülkeye dağılan Çerkeslerin en yoğun yaşadığı ülke Türkiye. Öyle ki, anayurtları Kafkasya’da 700 bini bulan Çerkes nüfusunun Türkiye’de 2 milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu özel konumun Türkiye’nin sorumluluğunu artırdığına dikkat çeken Çerkeslerin sıklıkla dile getirdiği ‘dili unutma ve hızla asimile olma’ problemi kongrede tartışılacak ana maddelerden biri. “Türkiye’nin demokratikleşme sürecine katkıda bulunmak ya da anayurda dönmek.” Tamamıyla yok olmamak için elzem bulunan iki yoldan hangisi seçilecek? Sürgünün hemen ardından hayalini kurdukları ‘Kafkasya’ya dönüş’ mümkün mü? Diaspora Çerkeslerinden seçilmiş delegeler halka kapalı oturumlarda bunları tartışacak.

ÇERKESLERİN TÜRK OLMADIĞI ANLAŞILMALI

Geçtiğimiz günlerde Osmanlı Bankası Müzesi’nde gösterilen ‘Kaf Dağı Düşü’ adlı belgesel, ardından gerçekleştirilen söyleşi ‘asimile’ olduklarını düşünen Çerkeslerin talepleri ve geri dönüşe ilişkin düşünceleriyle ilgili ipuçları veriyordu. Doğrusu bu ya, kulaklarımız alışkın değildi geri dönüş projesi gibi sözlere. Biz annemizden yalnızca ‘güzel Çerkes kadınlarının temiz evleri ve leziz yemekleri’ne dair hikâyeler dinlemiştik. Onlar komşu köyün sakini, bitişik kapıdaki komşumuzdu. Öteki mi, yabancı mı? Hâşâ! Hadi itiraf edelim, 140 yıldır bu topraklarda yaşayan Çerkeslerin farklı gelenekleri olan bir Türk boyu olduğunu düşünen yok muydu aramızda?

‘Vatanından Uzaklara Çerkesler’ kitabının editörü Murat Papşu, Türklerdeki Çerkes algısını hiç de masumane bulmuyor. Ona göre, ‘Çerkesler bizden biri’ demek hatta bu tür cümleler kurma gereği duymayacak kadar onları benimsemiş olmak tehlikeli bir tavır. Bu zihniyetin altında bir tahakküm, farklılıkları yok sayma ya da merak etmeme anlayışı var. Entelektüellerin Kızılderili soykırımı ya da Afrikalı bir kabileyle ilgilenip 140 yıldır birlikte yaşadıkları Çerkesler hakkında hiçbir şey bilmemesinden rahatsız olan Papşu, ‘Ben Çerkesim.’ dediğinde, ‘Çerkes Ethem, Çerkes tavuğu ve Çerkes kızı’ üçlemesinin sıralanmasından da hiç hazzetmiyor. Onun isteği, Çerkeslerin Türkiye’ye sürgün edilmiş, ayrı dile ve geçmişe sahip bir Kafkas halkı olduğunun fark edilmesi. “Türk tarih tezi bilimsel bir temele dayanmasa da Anadolu’da yaşayan bütün uygarlıkların Türk olduğunu ilân etti. Bu durumda Lazlar, Arnavutlar, Gürcüler ve Çerkesler gibi Müslüman etnik gruplar ‘bizden’ oldu; ama aykırı şeyler talep etmedikleri sürece.” diyen Papşu’nun ilginç gözlemleri var. Bosna Savaşı sonrasında bölgeye giden ilk Türk ekibinin rehber götürmeyişi ya da Türklerin Gürcistan’dan gelen Gürcülerle Suriye’den gelen Çerkeslere Türkçe konuşmaya çalışması, onların ayrı bir dil konuştuğunu görünce şaşırması gibi… Halkın, Türkiye’deki Müslüman etnik grupların ‘Türk olmadığı’nı 90’lı yıllardan sonra fark ettiğini düşünen Papşu, bir yandan da kendisini ‘Türk’ gibi gören Çerkesler’e dikkat çekiyor: “Bir etnik grubun topyekûn aynı düşüncede olması beklenemez. Çerkesler içinde de kendini Türk sayan ve resmî ideolojiyi benimseyen çok sayıda kişi var. Anadilinde yayın çıkınca ben bunu istemiyorum diyen Çerkes de bulabilirsiniz. Nitekim Düzce’de buldular. Sivas’ta yaşayanların da Sünni kanatta yer alıp milliyetçilere destek verdiğini düşünüyorum.”

Aslında Papşu da Türkçe konuşulan bir evde, ‘Biz Türk müyüz?’ sorusuna ‘Evet, Türküz’ diyen bir anne-babanın elinde büyümüş. Politik bakıştan mahrum olduğuna inandığı ebeveyninin onu okulda zor durumda bırakmamak için böyle söylediğini düşünüyor şimdi. O yıllardan hatırladığı bir başka şey, okulda ‘Türküm, doğruyum…’ diye ant içip evde ayrı bir millet olarak Türklerden söz edildiğini duymanın kafasını ne denli karıştırdığı. Çerkesceyi sekiz yaşına kadar birlikte yaşadığı nine ve dedesinden duyabilmiş. İki ayrı lehçeye sahip anne-babası Türkçe aracılığıyla anlaşınca, anadilini kendi gayretiyle öğrenmek zorunda kalmış. “Şu an bizim için en büyük sorun dilimizi unutuyor olmamız.” diyor Papşu, “Dil, kültürün temel taşıyıcısı ise şayet Çerkescenin bir kuşaklık ömrü kaldı. Eşim benden daha iyi Çerkesce biliyor; ama dışarıda kullanmayınca evde de kullanmıyoruz. Biz, yaşadığı ülkenin dilini konuşan ama kendi kimliğini korumaya devam eden bir milletiz. Tıpkı Almanya’da doğan Türkler gibi.”

DÖNÜŞ MÜMKÜN MÜ?

Kafkasya’dan gelen öğretmenlerin, Çerkesce eğitim verecek öğretmenler yetiştirmeye başladığını söyleyen Papşu, açılması muhtemel kursların kendilerine ne tür bir fayda sağlayacağından pek emin değil: “Bu dilin, Türkiye şartlarında yaşaması çok zor; ama kendi dilinizden az da olsa bir şeyler bilirseniz kültürünüzden kopmamış olursunuz. Dil öğrenme gayretimiz bu işe yarayabilir.” Çerkeslerin uzun yıllardır dönüşten söz etmesinin nedenlerinden biri de dillerini burada kullanamıyor oluşları. Bir yandan da bu tür söylemlerin bölücülükle ilişkilendirilmesinden ve Kürtlerle aynı karede yer almaktan rahatsızlık duyuyorlar. Murat Papşu, “Çerkesler göçmen topluluğu. Ayrı bir devlet ya da federasyon gibi talepleri olamaz. Tek istekleri kültürlerini yaşatabilmek. Bu problem olarak görülmemeli. Türkiye’nin demokratikleşmesi için elimizden geleni yapmalıyız.” diyor.

Anayurda dönüş arzusu yeni değil. Bir gün dönecekleri inancıyla yola çıkan ve bulabildikleri her fırsatta valizlerini toplayan Çerkesler, tek parti döneminde küllenen dönüş özlemlerini 1970’lerin sonunda yeniden ateşlediler. Bu tarihlerde dönmekten söz edenler, Sovyet rejimine uyum sağlayabileceklerine inanan solculardı. Bir on yıl sonra dönüş hareketinin başını çekenler de onlar oldu. Asıl kırılma noktası Sovyetler Birliği’nin dağılması ve kapıların açılması. O günlerde yoğunlaşan akraba arama ziyaretleri halen devam ediyor. İlk zamanların romantizminden ise eser yok. Anayurtlarında nüfuslarının yüzde 22 oranında olduğunu görmek birçoğu için sarsıcı olmuş. İşte burada, ‘Gidelim ve Kafkasya’yı kurtaralım.’ idealizmi devreye giriyor.

Bugün Çerkes aydınların dönüşü elzem saymasının en önemli nedenlerinden biri de bu, diğer etnik gruplara kıyasla dillerinin ve kültürlerinin hâkim unsur olduğu bir vatana sahip olmayışları. Toplam Çerkes nüfusun yüzde 90’ı dışarıda yaşıyor. “Orası Rusya.” diyor Papşu, “İstediğimiz vakit çekip gideriz diyemiyoruz. Vatandaşlık verme yetkisi Rusya’da. Çerkes bürokratlar da tam bir Sovyet bürokratı. Toplu bir dönüşü isteyip istemediklerinden hiç emin değilim.”

Kafkasya’da 1990’larda sorulan ‘Bir milyon Çerkes gelirse nerede barındırırız?’ sorusunun cevabını aramaya gerek kalmamış. Türkiye’den hepi topu bin kişinin gittiği tahmin ediliyor. Gidenlerin bir kısmının da geri döndüğü biliniyor. Murat Papşu “Şimdi daha gerçekçi planlar yapmalıyız.” diyor. “Dönüşün ekonomik altyapısı hazırlanmadı. Çerkesler buradakine yakın ya da daha iyi ekonomik ve sosyal şartlara sahip olmalılar ki dönsünler. Rusya krizi atlattı. Dönüş ileride avantajlı olacak; ama o zaman da vatandaşlık almak zorlaşacak.”

Papşu, “Siz dönmek istiyor musunuz?” sorusuna net cevap vermekte zorlanıyor: “Zor bir soru. En son üç yıl önce gittiğimde orada yaşayabileceğimi düşündüm. Ama eşimin böyle bir niyeti yok.” İşte burada iki soru daha çıkıyor karşımıza: Kim gitmek istiyor ve gidişin şekli nasıl olacak? Dönüş fikri şu günlerde belli bir çevrenin gündemini işgal ediyor. Kafkas dernekleriyle iletişimi olmayan ya da herhangi bir yayın organı takip etmeyen bir Çerkes için dönmek çok yeni bir konu. Hatta birçoğunun “Nereye dönüyoruz, ne oluyor?” diye şaşırması kuvvetle muhtemel. Papşu’nun kastettiği ‘Gerçekçi planlar’ son tahlilde kesin dönüşün şart olmadığıyla ilgili. Gidenlerin bir kısmının buradaki evleri duruyor hatta emekli maaşlarını alıyorlar. Önemli olan Kafkasya ile ilişkilerin korunması ve yoğunlaşması.

ANAYURDUNDA AKRABALARINI ARAYAN KADIN

‘Kaf Dağı Düşü’ belgeseli Düzce’nin bir köyünden Kafkasya’nın Adığe Cumhuriyeti’ne uzanan bir yaşam öyküsü. Belgesel Sinemacılar Birliği üyesi Sezgin Türk, annesi Pakize Türk’ün hayatından hareketle Çerkeslerdeki anayurt özlemi ve akrabalarını arama serüvenini anlatıyor. Yıllardır hayali kurulan yolculuğun yalnızca üç saat sürmesi ve Kaf Dağı’nın ardındaymış gibi mitleştirilen anayurdun gidilebilen, toprağına ayak basılabilen gerçek bir mekân olması… Kolay değil, arada 140 senelik bir boşluk var. Pakize Hanım’ın dedesinin babasıymış sürgünle gelen. Dedenin babası, dede ve sonunda baba da Hakkın rahmetine kavuştuğu halde, aynı sülale adını taşıyan Kafkasyalılar, “Halam gelmiş.” diye karşılıyor onu.

Sülale kavramı çok geniş, akrabalıkla ilgisi yok; ama akrabadan öteler, öyle ki birbirlerine kız alıp vermeleri yasak. İlk karşılaşma heyecanı, hasret giderme derken Pakize Hanım bir filmin kahramanı olduğunu unutuyor: “Güzel oynadın diyorlar bana. Hiç oynamadım ki, yaşadım. En çok da büyüklerimizin şehit olduğu yerdeki anıt mezardan etkilendim. Allah sülalesini arayan her Çerkes’e Kafkasya’yı görmeyi nasip etsin.” Kafkasya’yı görmek ve arada sırada ziyaret etmek, Pakize Türk bununla yetinmek istiyor. Orada yaşamak konusundaki düşüncesi net: “Katiyetle yerleşmeyi düşünmem. Biz burada doğduk, burada büyüdük. Dedem gazi olmuş, Çanakkale’de şehit verdik. Burası bizim vatanımız.”

Filmin yönetmeni, bu kadar kesin konuşmaması için annesini uyarsa da o da aynı görüşte: “Biz burada göçmeniz; ama misafir değiliz. Bu toplum beş kuşaktır Türkiye’de yaşıyor, buraya emek veriyor. İki tarafa da ait olduğumuzu düşünüyorum. Ancak ortada kaybolmakta olan bir kültür varsa oraya yerleşmek düşünülebilir.” Aslında o da kesin dönüşten yana değil. Gidip gelmek, bir ayağı orada olmak hatta mümkünse çifte vatandaşlık hakkı alabilmek… Kafkasya’da gerçeklerle yüzleşmiş Sezgin Hanım. ‘Biz boşluktan mı geldik?’ sorusuna cevap aramak, tam olarak hangi noktadan göçtüklerini görmek için çıktığı yolculuktan bir dolu sarsıcı deneyimle dönmüş.

Kafkasya’daki Çerkeslerin, iç kesimlere sürülmeden önce yaşadıkları köyü hiç merak etmemelerine şaşırmış öncelikle. Rus ve Çerkes askerini yan yana gösteren anıtın üzerinde ‘İlelebet Rusya ile’ yazması, beraberce kutlanan Kardeşlik Günü, Çerkeslerin esenliği Rusya’yla uyumlu yaşamakta bulduğunu düşündürtmüş ona. “Nereden göçtük sorusu, Türkiye’de doğal karşılanıyor; ama orada tehlikeli bir soru galiba.” diyor Sezgin Hanım. Okullarda sadece dört saat Çerkesce eğitim verilmesi diğer derslerin hep Rusça gösterilmesi, Çerkes vatandaşlığına geçebilmek için Rusça bilme zorunluluğu aranması, televizyonda 20 dakikada bir Çerkesce yayın yapılması büyük bir hayal kırıklığına uğratmış onu: “Türkiye’de göçmeniz; ama anayurdumuzda azınlık olmamız daha sarsıcı. Sırtımızı yaslayacağımız güçlü bir baba yok orada. Anayurt işte. Evimiz. Bir kulübe de olsa evimiz.”

Yönetmen filmde maksadına ulaşmış görünüyor. Kafkasya’yı Çerkesler için bir Kaf Dağı düşü olmaktan çıkarmak... Oraya gidip gelinebilir, hayal kırıklığına uğranabilir ya da umulandan fazlası bulunabilir… “Hiçbir şeyi olmasa bile hayatımda gördüğüm en güzel tabiat orada. En azından tatile gideriz.” diyor Sezgin Türk.

ÇERKESCE YAYININ BİR CAZİBESİ YOK

Pakize Türk ve Sezgin Türk TRT’nin Çerkesce yayınının hangi gün olduğunu bilmiyorlar; çünkü ilgilenmiyorlar. Sezgin Hanım Çerkesce bilmiyor zaten. Annesi de spiker Kabardey olduğu için lehçeyi anlamakta zorlanıyor. Televizyonda Çerkesce duymak da eskisi kadar heyecan vermiyor. Sezgin Hanım, “Uşak halılarının Çerkesce anlatılmasının ilginç bir yanı yok.” diyor. Murat Papşu da, yayını sadece ilk gün izlemiş: “Çerkeslerle ilgili bir şey görmeyi bekliyor insanlar. Otlarla ilgili bir belgeseli ya da haftalık haber özetlerini değil.”

Diaspora

Caucasians at abroad

The deportation and genocide policy of the Russians resulted with the dispersal of Caucasians the world over. The Circassian population abroad is more than the present population of the Caucasus.The majority who live abroad are in Turkey, Jordan, Syria, Israel, Germany and U.S.A.

Civil rights of the diaspora are seemingly in order and efforts are concentrated on the recognition and preservation of cultural identity. A group of Circassians are living in Libya. There is a Chechen village between Bakuma Shahribar at Irak. Another group of Chechen and Dagestanis live in Baghdad, Iraq. Circassians live in Tabriz, Iran. There are Circassians living, even in Manchuria.

Turkey
The strongest diaspora of the Circassians
Struggle for identity

Jordan
Amman in ancient history
Circassian life in Jordan

Syria
Hard struggle of Cevad Anzor
Heavy punishment for culture
Re-exile after Israeli Occupation

Libya
Ashiratul Cherakese
Circassian families in Libya
When Circassians have settled at Libya?

America

Israel
August festival

KAFKASYA'YA DÖNENLERİN DÜŞ KIRIKLIĞI

Kafkas göçmenlerinin torunları, ata topraklarına dönerek yeni hayatlar kurma umudundaydılar ancak bunların çoğu hayal kırıklığına uğrayarak dönüşten vazgeçiyor.

Çerkesler, 19. yüzyılda vatanları Kafkasya'dan çok uzaklara göç ettiklerinde, Çerkes toplumunun torunlarının 150 yıl sonra topraklarına geri dönecekleri mümkün gözükmüyordu.

Ortadoğu ülkelerine yerleşmiş göçmenlerin torunlarından bir kısmı, komünizmin düşüşünün ardından damla damla Kafkasya'ya dönerek yerleşmeye başladılar. Ne var ki onların romantik hayalleri bugünün Rusya Federasyonu'ndaki hayatın gerçekleriyle yüzleşince paramparça oldu. Şimdi bunların çoğu geri dönüyor.

Tahmini olarak Türkiye ve Ortadoğu'da 3.5 milyon Kuzey Kafkasya kökenli insan yaşıyor. Bunların 3 milyonundan fazlası ataları 19.yüzyılda Kafkas savaşları sonunda Kafkasya'dan zorla sürülen Çerkesler.

Diasporada yaşayan Çerkeslerin sayısı, bugün Kuzey Kafkasya'da başlıca Adıgey, Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyetleri'nde yaşayan Çerkesler'in sayısından çok daha fazla.

Dinamis Tausultan 11 yıl önce Suriye'den anavatanına dönerek Kabardey-Balkar'ın başkenti Nalçik'e yerleşen Çerkesler'den biri. Şu an ebeveyni ve 2 erkek kardeşi ile açmış oldukları kafeler zincirini işletiyor. "En azından buradayız, bir zamanlar zorla sınır dışı edildiğimiz anavatanımızdayız" diyor.

"Hala Suriye'deki akrabalarımı ziyaret ediyorum ama kesinlikle artık burada, Kafkasya'da
hayatımı sürdürmek istiyorum. Annenizin, büyük annenizin sizin için özenle korumuş olduğu ana dilinizi, kendi dilinizi konuşmak için ödemeniz gereken büyük bir bedel yok. Anavatanımız kutsal bir yer. Dönüşümüzle atalarımızın ruhlarının huzura kavuştuğunu hissediyorum" diyor.

Buna karşın son yıllarda Kafkasya'ya geri dönüş planları içinde olanların sayısı giderek azalmaya başladı. Ayrıca gidenlerden yüzlercesi anavatanda sadece birkaç yıl kalabildi. Kafkasya'ya dönenlerin yapmış oldukları hesaba göre Kabardey-Balkar'a 1992'den bu yana Suriye'den 600 Çerkes dönüş yaptı, bunlardan 200'ü bir süre kaldıktan sonra gelmiş oldukları ülkelerine geri gitti. Yine Türkiye'den Kabardey-Balkar ve Adıgey Cumhuriyetlerine 500 kişi döndü. Şu an Adıgey'de dönüş yapmış 350 kişi yaşıyor.

Ortadoğu'da yaşayan Çerkesler, Sovyet yönetiminin günlük hayata ve kültüre verdiği şekil karşısında fazlasıyla anlayışa sahip değiller.

"Buraya gelmeden önce hepimiz atalarımızın Kafkasya'sını hayal ettik" diyor Türkiye'den 13 yıl önce dönmüş olan Macit Utij. "Eskiden Çerkeskalar giymiş atlıları, kaynaktan testileriyle su alan kızları canlandırırdım zihnimde" diye ekliyor.

IWPR, Suriye'den Nalçik'e yerleşmiş ve burada 3.5 yıl yaşadıktan sonra tekrar Ortadoğu'ya dönme hazırlıkları içinde olan bir Çerkes aileyle görüştü. Aile isimlerinin kullanılmamasını istedi.

"Suriye'de kendi işim vardı ama çocukluk hayalim atalarımın vatanı Kafkasya'ya dönmekti" diyor baba ve devam ediyor: "Evlenmeden önce nişanlımdan evlendiğimizde benimle birlikte Kafkasya'ya taşınması için söz aldım. İş kurabilmek için tüm birikimimi harcamış durumdayım, buna karşın şimdiye dek güvenebileceğim bir iş ortağı bulamadım."

Eşi ise "Ben dindar bir insanım ve İslam'ın gereklerine uygun bir şekilde yaşamaya çalışıyorum. Kaberdey-Balkar'ın Müslüman bir cumhuriyet olduğunu zannediyordum. Ve açıkçası burada karşılaştığım şeylere pek de hazırlıklı değildim. Burada İslam'ı doğru şekilde yaşayan gerçek Müslüman ailelerin sayısı oldukça az ve Adıge kültürü unutulmuş durumda. Ben torunlarımın Müslüman bir ülkede yetişmelerini isterim. Eşimin anavatanda ölmek hayali gerçekleşemeyecek.bunun için üzgünüm" diyor.

Dönen Çerkesler kültürel şokun yanısıra Rus bürokrasisinin zorluklarıyla da yüzleşiyorlar. Bunların sonuncusu Haziran 2002'de yürürlüğe giren vatandaşlık yasası oldu.

Kabardey-Balkar Parlamentosu ve Dünya Çerkes Birliği Başkanı Zaurbi Nakhuşev, "Dört yıl boyunca, herhangi bir yabancı ülke vatandaşı çifte vatandaşlık alma hakkına sahipti ve uzakta yaşayan pek çok hemşerimiz bu haktan yararlandı" diyor ve ilave ediyor: "Ama yeni Rusya vatandaşlığı yasası buna izin vermiyor."

Yeni yasa vatandaşlık için başvuran kişinin Rusya vatandaşlığına geçmesi için vatandaşı bulunduğu ülkenin vatandaşlığından ayrılmasını, akıcı bir şekilde Rusça konuşuyor olmasını ve 5 yıl boyunca Rusya topraklarında yaşamasını öngörüyor. Pek çok Çerkes bahsedilen yeni yasanın Ortadoğu'dan Kafkaslar'a göçü tamamen durduracağına inanıyor.

"Tüm vatanseverliğime rağmen bu şartları kabul edemem, kimse edemez" diyor Utij.

Kabardey Balkar Rodina (Anavatan) Derneği Başkanı Vladimir Nakatsev, IWPR'a
"Yeni yasa uzakta yaşayan 3.5 milyon gerçek Çerkes'e karşı yapılan bir ayrımcılık hareketidir. Ürdün'de yaşayan diaspora liderlerimizden Başkan Putin'e bu konuyla ilgili bir dilekçe göndermelerini istedik. Putin cevabında yasanın bir dogma olmadığı ve değişime açık olduğunu yazdı" diyor.

Kabardey-Balkar'a dönenlerin yüzleştiği ilk problem ülkede 5 yıl gerekli ikametgah için izin almak. Nalçik Vize ve Kayıt Ofisi eski Polis Müfettişi Aslan Betrozov, IWPR'a izin alma sürecinin 6 ay kadar sürebileceğini söyledi. Betrozov, "Yabancı ülke vatandaşları istenen belgeleri bir araya getirmede güçlük çekebilirler. Ardından bu belge paketinin bir dizi kontrol işleminden geçmesi gerekiyor" diyor.

Adıgey'e kısa bir süre öncesine kadar Rus pasaportu ve oturma izni işlemlerinde daha kolay bir prosedür takip ediliyordu. Pek çok kişi bu avantajdan yararlandı ve bu nedenle yerel yönetime minnettarlar. Buna karşın Adıgeyli memurların daha çok rüşvet aldıklarını söylüyorlar.

Dönen ilk Çerkesler'den biri olan ve aynı zamanda bugün resmi olarak Mayop'ta ikamet eden Nihat Berzeg "Problemlerimi çözmek için rüşvet veya ekstra paralar ödemek istemiyorum" diyor.
"Biri diğerinin haklarını kanun altında korumalı. Eğer rüşvet ödersek bu, sadece yeni dönenlerin işlerini daha da zora sokacaktır."

Diasporadan gelenlere karşı memnuniyetsizliklerini belirtenler sadece Rus otoriteleri değil. Bazıları 1990'ların başında da Çerkes kültürünü geliştirmek amacıyla kurulan derneklerden de şikayetçiler.

"Adıge Khase ve Dünya Çerkes Birliği, bizimkiler de dahil olmak üzere etnik meselelere yön vermek için kuruldu ama işlerini yapmıyorlar" diyor Utij.

Suriye'de doğmuş ama bugün bir Rusya vatandaşı olan Ahmet Staş da söylenenlere katılarak, "Bu organizasyonlara güvenmemeliyiz, 10 yıldır bize vermiş oldukları tek sözü bile tutmadılar" diyor.

Tanınmış Çerkes liderlerinden bahsederek "10 yıl önce toplantılarda konuşanlar, 'Adıgeler birleşin' diye çağrı yapanlar iz bırakmadan kayboldular ortalıktan. Böyle şeyleri söylemeye başladığımızda otoriteler bizi susturmak için çok çabuk tepki verdiler" diyor.

Rus pasaportu almaktaki bürokratik zorluklar, iş bulma ve köklerini keşfetme gibi hususlar yeni dönenlere bunların üstesinden gelmeleri için güçlü olmaları gerektiğini ve Kuzey Kafkasya'da hayatta kalmak için şartlara uyum sağlayabilmeyi öğütlüyor. Ayrıca bunlar, Kuzey Kafkasya'da hayata dair olumsuz söylentiler yaydığı için de suçlama konusu.

"Eğer geri dönerseniz sadece hayatta kalmak için bir yol bulmak zorunda değilsiniz, aynı zamanda başarılı olmanız, akrabaları bulmak dışında kendinize arkadaşlar da edinmeniz gerekiyor " diyor 10 yıl önce Nalçik'te bir ticari firması açan İmdat Kip.

Kuzey Kafkasya ve Ortadoğu'daki 2 halk birbirlerinden tecrit edilmiş bir şekilde yaşarken tarihçiler ve dil bilimciler, bir taraftan da dışarıdaki Çerkesler'in anadillerini günden güne kaybetmekte olduklarını söylüyorlar. Önümüzdeki 20-30 yıl içerisinde Türkiye, Ürdün ve Suriye'de Çerkes dilinin öleceğine dair uyarıda bulunuyorlar.

*Zarina Kanukova, Nalçik'te çıkan Oşkhamakho dergisinin editörü
SOURCE: IWPR- CAUCASUS REPORTING SERVICE, No. 177, May 1, 2003

Ajans Kafkas

Libya

Libya'da Binyazi'ye 800 km uzaklıkta olan Mısrata'da Çerkeslerin yaşadığı belirtiliyor. Tahminlere göre Libya'da yaşayan Çerkes sayısı 20 bini aşıyor. Bu Çerkeslerin çok erken çağlarda Kabardey bölgesinden deniz yoluyla Libya'ya gelen Kerketler olduğu ileri sürülüyor. Kendilerinin Kabardey olduğunu söyleyen Libyalı Çerkesler, "Aşiretül Çerakese" olarak anılıyor.

Amerika

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanların çekilmesiyle birlikte çok sayıda Kuzey Kafkasyalı Batılı ülkelere göç etmek zorunda kaldı. Ruslar Çerkeslerin Almanlarla işbirliği yaptıklarını iddia ederek yeni bir jenoside gerekçe arıyordu. Çerkeslerden kimileri Avrupa'da çeşitli ülkelere dağılırken kimileri de bir zamanların fırsatlar ülkesi olarak tarihe geçen Amerika'ya gitmeyi tercih ettiler.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika'ya göç etmek zorunda kalan Çerkeslere Suriye, Ürdün ve İsrail'den gelenler de eklendi.
New Jersey'de toplu olarak yaşamlarını sürdüren Çerkesler daha çok politik kaygılarla nüfuz savaşı vermektedirler. Sayılarının 10 bin dolayında olduğu tahmin ediliyor.

Suriye

Golan'ın gerçek sahipleri

Suriye'de 30 bin dolayında Çerkes varlığından söz ediliyor. Halep'te 2, Hama'da 3, Humus'ta 6, Colon'da 11 Çerkes köyü var.
Çerkesler iki farklı tarihte Suriye'ye göçetmişler. İlk gelenler Kafkasya'dan Samsun'a, oradan Kayseri Uzunyayla'ya, buradan da Suriye'ye geçmişler. Başlarında Jölen Bey isminde bir lider bulunuyordu. İsrail'in 1967 yılında Arap İsrail Savaşı sırasında işgal ettiği Suriye'ye ait Golan tepelerinde 12 Çerkes köyü vardı.
Golon tepeleri isminin Jölen'den geldiği söyleniyor. Bu grupla ve 1872 yılında gelenlerin sayısı bin dolayındaydı. Bunlar iki bölgede iskan edildi.Bir grup o zaman küçük yerleşim birimleri olan Hama ve Humus'a bir grup da Golan tepelerine yerleştirildi.

İkinci aşamada gelenler ise 22 Ağustos 1878 yılında Balkanlar'da yerleşik haldeyken İstanbul ve Selanik'te toplanan adından Suriye'ye gönderilen 1200 dolayındaki Çerkesdi.
Önce Beyrut, Trablusşam, İskenderun'a gelen bu grup bir süre sonra daha önce gelenler gibi Hama ve Humus'a yerleştirildiler. Bu göçmenleri ardarda yeni kafileler izlemiş ve o dönemde Suriye'deki Çerkeslerin sayıları 70 bini bulmuştur.

Cevad Anzor'un zor savaşı

1948 yılındaki Arap-İsrail Savaşı'nda Arapların geri çekilmelerine karşılık Çerkesler, Suriye yönetiminden izin isteyerek Cevad Anzor liderliğinde özel bir birlik oluşturup Yahudilere karşı savaşmışlar ve 200'ün üzerinde şehit vermişlerdir.
İşgal edilen toprakları geri alıp Suriye yönetiminin emrine vermelerine karşılık Arapların direnmemesi sonucu bu topraklar tekrar İsrail'e geçmiştir. Bu savaşta büyük yararlılıklar gösteren Çerkeslerin özel birliği dağıtılmıştır.

Nüfusta hızlı düşüş

1960'lı yıllarda Suriyede'ki Çerkeslerin toplam nüfusu 38 bine gerilemiştir. Bu yıllarda Halep'te Hanasır'da yerleşen Kabardeyler, Mumbuş'da Abzahlar, Humus Tel Amıri, Tılil, İnnnasır ve Anzat'ta Abzahlar ve Aynil Hamra'da Çeçenler, Derfur'da Dağistanlılar, Şam'da mahalle kuran diğer Çerkesler can attıkları bu yerlerde hastalıklar nedeniyle büyük bir yıkıma uğramış ve yeniden Kuneytre'ye diğer soydaşlarının yanına sığınmışlardır. Kuneytre'deki başlıca Çerkes köyleri de şunlardı: Mansura (Abzah, Bjeduğ), Mudariye (Kabardey) Selmaniye (Bjeduğ), Enzivan, Mumsiye, Biracem, Berika, Cueyza (hepsi Abzah), Hışniye (Kabardey), Fahan (Oset-Abaza).
İşte bu durum Suriye'deki soydaşlarımızın anavatanları Kafkasya'ya geri dönme isteklerini kamçılamış ve bu amaçla Sovyet Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nden bir temsilci ve yazar kadrosu konuyla ilgilenmek üzere Suriye'ye gelmiştir. Çerkeslerin Kafkasya'ya topluca geri dönmeleri yolundaki istekleri olumlu karşılık bulmamıştır. Burada Suriye yönetiminin örtülü bir ambargo uyguladığından bahsedilmektedir.

Kültüre ağır ceza

1920'li yıllarda sınırlı sayıdaki Çerkes aydını milli kültürün canlanması yolunda önemli katkılarda bulunmuşlardır. Çoğunluğu Kunaytre'de olmak üzere Çerkesçe eğitim veren 40'ın üzerinde Çerkes İlkokulu açılmıştır.
Daha sonra 1928 yılında Şam'da Çerkesçe (Latin alfabesi kullanılarak), Arapça, Fransızca olarak haftalık Marc gazetesi çıkarılmıştır.
Fakat bu çalışmaları yürüten aydınlar Suriye hükümetince politik ve ideolojik davrandıkları gerekçesiyle sorgulanmışlar ve Çerkes okulları, Kuneytre'deki Çerkes Yardımlaşma Derneği ile Marc gazetesi kapatılmıştır.

İsrail işgaliyle yeniden sürgün

1967'de İsrail-Suriye savaşında Golan'daki köyler İsrail tarafından işgal edilince buradaki Çerkesler ikinci bir sürgün yaşadılar adeta. O tarihte Çerkeslerin yeni adresi Şam oldu. Halep'teki iki köyden biri Abzah, diğeri Kabardey'dir.
Raka şehrinde, Rasulayn ve Kamıslı civarında Çeçenler yaşıyor. Suriye'deki Adıgelerin çoğu Abzah olmakla birlikte, Bjedug, Sapsıg, Hatıkoy da bulunmaktadır. Az miktarda olan Abhazların dillerini unuttuğu belirtiliyor.
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Suriye'nin Sovyetler Birliği'ne yakınlık göstermesi sonucu Çerkeslerin Kafkasya ile ilişkisi özellikle 1960'lı yıllarda artış kaydetmiş. O dönemlerde anayurttan çok sayıda kitap, dergi ve kaset getirilebilmiş. Fakat zaman içinde Suriye Çerkeslerinin kültürel kimliklerini ve dillerini yitirdikleri ifade ediliyor. Suriye'de çerkeslerin dernekleri dışında kültürel bir etkinliklerine rastlamak güç.

Urdun

Etkili bir diaspora

Ürdün'de 120 bin civarında Çerkes bulunduğu sanılıyor. Çoğunluğu Başkent Amman'da yaşıyor.İlk gelen grup Türkiye'den Şam'a oradan da Amman'a yerleşen Şapsığlardı. İkinci büyük grup ise Balkanlardan deniz yoluyla Beyrut'a oradan Halep yoluyla Amman'a gelmiş ve Balkanlarda süren göç akışı 1900 yılında son bulmuş. Ayrıca 1888 ve 1902-1905 yılları arasında karayoluyla Türkiye'den bir Çeçen grubunun geldiği görülmektedir. Ürdün'de sayıları fazla olmamakla birlikte Dağistanlılar da bulunmaktadır.

Amman'da ağırlıklı olarak Şapsığ, Kaberdey ve Abedzah; Vadisir'de Şapsığ, Bjedug ve Abedzah;
Süveyleh'de Kaberdey ve Çeçen; Ceras'da Kaberdey; Ruseifa'da Kaberdey; Zarika'da Çeçen; Naur'da Abedzah, Bjedug, Kaberdey ve Şapsıglar yaşıyor. Ürdün'deki Çerkesler ilk geldikleri yıllarda 6 Çerkes birliği kurarak Osmanlı yönetiminin jandarma görevini üstlenmişler. Bu birliklerin en önemli görevlerinden birisi de Amman-Medine demiryolunu korumaktı.

Anfitiyatrodan kraliyet sarayına

İlk Çerkes kafilesi 1869'da geldiğinde Amman Vadisi'ndeki anfitiyatroya yerleşmiş. Roma yönetiminde bu yana ayakta durmayı başarabilmiş olan bu anfitiyatro Çerkeslerin tarihi ile özdeşleşmiş adeta. Bu nedenle Ürdünlü Çerkesler açısından anfitiyatronun, kentin eskiliğini sembolize etmekten öte bir anlamı sözkonusu.
1869'da bu bölgeye gönderilen Çerkesler, yanlarında birkaç giysi,
şilt ve silahlarıyla birlikte vadinin merkezindeki bu mekan ve etraftaki doğal sığınaklara yerleşmişler. Şimdi ise, Ürdün yönetiminde, kraliyet ailesi üzerinde, bürokrasi ve askeri kadrolarda etkin bir güce sahipler. Kültürel ve etnik problemle karşılaşmıyorlar.
Amman'daki ve Vadisir köyündeki derneklerde Çerkes alfabesi kullanılıyor.
Ayrıca kraliçenin desteğiyle açılan lisede genel derslerin yanında isteyenlere Çerkesce dersler de okutuluyor.

Herşeye rağmen kültür aşınıyor

Kısacası Ürdün'deki Çerkesler kültürel, ekonomik ve politik bakımdan oldukça ayrıcalıklı bir pozisyona sahipler. Devlet kadrolarında, bürokraside üst düzey pozisyonlarda çok sayıda Çerkes bulunmaktadır. Kafkasya'dan özel öğretmenler getirilmekte ve her dönem eğitim için öğrenciler Kafkasya'ya gönderilmektedir. Kafkasya'da yüksek eğitim görmüş çok sayıda genç Ürdün'de çeşitli görevlerde çalışmaktadır.
Çerkeslerin ellerindeki bütün imkanlara rağmen öz kültürlerini Arap ve diğer kültürel etkilerden tamamıyla uzak tutabildikleri söylenemez. Aydınların en büyük sorunu; kültürel aşınma, dil ve tarihe yabancılaşma ve bütün alanlarda asimilasyon.

Turkiye'de Cerkesler

En güçlü Çerkes diasporası

1864 yılında K. Kafkasya'nın Çarlık Rusyası tarafından istila edilmesinden sonra vatanları dışına topluca sürülen ve sayıları yaklaşık 1-1.5 milyon olarak tahmin edilen K. Kafkasyalıların büyük bir bölümü o zaman Osmanlı toprağı olan Türkiye'ye yerleşmiştir. Bunların çoğunluğunu Batı Kafkasya'dan gelen Çerkes, Ubıh ve Abhazlar oluşturur. Onları Dağıstanlılar, Çeçenler ve Osetler izler. Bugün Türkiye'nin, Marmara, İç Anadolu, Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde yoğunlaşmış olan yaklaşık 7 milyon Kafkas kökenli yurttaşı vardır.
K. Kafkasyalılar yeni vatanlarında savunma, siyaset, sanat, ekonomi, eğitim ve diğer birçok etkinlik alanında ön planda yer almışlar ve önemli başarıların sahibi olmuşlardır. Bu arada Kafkas gelenek ve göreneklerini de olabildiğince korumaya çalışmışlardır. Ne var ki asimilasyon kaçınılmaz olmuştur. Bunun son örneği dilini konuşan son kişinin de ölmesiyle Ubıh dilinin yok olmasıdır.
Türkiye'de Kuzey Kafkasya kökenli insanların Kafkas kültürünü yaşatmak için oluşturduğu 100'ün üzerinde dernek ve vakıf bulunmaktadır. Gönüllülük esasıyla çalışan bu kuruluşlar dayanışma günleri ve folklor gösterileri düzenler, yayıncılık yapar, Kafkasya'da insanların barış içinde özgürce yaşayabilecekleri günlerin özlemini dile getirirler.

Kimlik mücadelesi

Osmanlı döneminde Çerkes kültürel kimliği üzerinde en serbest ve verimli çalışmalar, İkinci Meşrutiyet'den sonra yapılabilmiştir. Birçok dernekler kurulmuş, Arap ve Latin harfleriyle Çerkesce ve Abhazca alfabeler hazırlanmış, kitap, dergi ve gazeteler çıkartılmış, Beşiktaş'ta Çerkesce öğretim veren bir kız okulu açılmıştır. Yine aynı dönemde dernekler aracılığı ile Kafkasya'ya alfabe, kitap ve öğretmenler gönderilmiş, ulusal kültürün geliştirilmesi için çalışmalar yapılmış, ancak 1917 Bolşevik İhtilali'nden sonraki iç savaş sırasında önce beyaz ordu, sonra kızıl ordu tarafından Kafkasya yeniden işgal edilmiş, ülke harabeye döndürülmüş, 11 Mayıs 1918'de kurulmuş olan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti yıkılmış, böylece başlatılmış olan ulusal diriliş çabaları söndürülmüştür. Tek tip kültür yaratma ideolojisinin hakim olduğu tek parti döneminde Türkiye Çerkesleri hiçbir kültürel etkinlikte bulunamamışlardır. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında batının da zorlamasıyla 1946'da çok partili siyasi hayata geçilince dernekleşmenin de önü açılmıştır.
Derneklerin gösterdiği tüm çabalara rağmen kültürel erozyonun önüne tamamen geçmek mümkün olmamıştır. Fakat 1990'lı yıllarda Sovyetlerin parçalanmasıyla Çerkeslerin anayurda olan ilgileri birden bire artmış, birçok kişi Kafkasya'ya giderek ilişkiler kurmaya başlamışlardır.

Diasporadaki Cerkesler

Azak Denizi ve Karadeniz’in doğu kıyıları ile Terek nehrine kadar uzanan topraklarda yaşayan Çerkesler, bu coğrafyada önemli uygarlıklar yarattılar. Çerkes ülkesi, bugünkü Gürcüstan’ın kuzeyinden Don nehrine kadar uzanıyordu. Tarihsel Çerkes yurdu olan bu coğrafyada Çerkesler, antik Kuban ve Maykop kültürlerini oluşturmuşlardır. Ulusal mitolojinin arkeoloji aynasından yansıması gibi dünya kültürlerinde ender görülen özelliklere sahip olan Antik Kuban Kültürüne ve sonrasındaki Maykop Kültürüne bugün tüm dünya büyük ilgi duymaktadır.

Çerkesler, 1400’lü hatta 1500’lü yıllara kadar ilkel komünal toplum yapısına sahiptiler. Bunun sebebi; Çerkeslerin yaşadıkları coğrafyanın jeopolitik önemi dolayısıyla sürekli saldırılara maruz kalmaları, savunma amacıyla derin vadilere sıkışarak üretim araçlarını geliştirememiş olmalarıdır. Üretim araçlarının gelişmemesi ve üretim fazlasının oluşmaması sınıfsız toplum yapısının devamını sağlıyordu.

17. yüzyılda Kafkasya’da sınıflı toplumsal yapı oluştu. 18. ve 19. yüzyıllarda feodalite Çerkeslerde güçlendi. Çerkeslerde feodal yapı başlıca dört sınıftan oluşuyordu: Pşı (prens), Workh (soylu), Fekotl (özgür köylü), Pşıtlı ve Wuneut (köle). Toplumun %80’ini özgür köylüler oluşturmaktaydı. Feodalite, Çerkes emekçi halkı üzerinde yoğun bir baskı oluşturdu. Feodaller, halkın sırtından geçinen bu asalak ve fırsatçı tabaka, halkı tarlalarda çalıştırarak sömürüyor, köleleştirerek satıyordu. Feodal sistemde Çerkes halkı on iki ana boydan oluşmaktaydı. Çerkesler boylara ayrılmış olmalarına rağmen kabileler federasyonu biçiminde örgütlendiklerinden ortak bir kültür ve aşağı yukarı ortak politik gelişim çizgisi gösteriyorlardı.

İşgal Bölgesi Kafkasya

Feodalitenin oluştuğu dönemde, önceleri Kırım Hanlığı yoluyla, sonraları direkt olarak Osmanlı Devleti’nin yayılma girişimleri söz konusudur. Aynı dönemde, Çarlık Rusya’sının Çerkesya üzerindeki yayılmacı politikalarına başladığı görülmektedir. Çerkes emekçi halkı, gerek Çarizmin işgal politikalarına gerekse Osmanlı’nın kolonyalist baskılarına karşı, maruz kaldığı feodal baskıların da etkisiyle ulusal intihara varan bir direniş ile yanıt vermiştir.

Çar Petro’dan beri sıcak denizlere inme hedefinde olan Rus Çarlığı ve Orta Asya Türkleriyle birleşme amacındaki Osmanlı Devleti’nin politikaları Kuzey Kafkasya’da çakışmıştır. Bu coğrafya, yüzyıllar boyunca bahsi geçen iki devletin çekişme alanı olmuştur.

Çerkesya’nın güneyinde yer alan Gürcüstan 1801 yılında kendi isteğiyle Rusya’ya ilhak edilmişti ve böylece Çerkesya güneyden de kuşatılmış oluyordu. Gürcüstan, Çerkesya’nın işgalinde önemli bir basamak olmuştur. Kafkas-Rus Savaşları 21 Mayıs 1864’te Çerkeslerin yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Bilimsel sosyalizmin kurucusu Karl Marx, Çerkes Ulusal Kurtuluş Savaşı hakkında 7 Temmuz 1864’te şöyle bir yorum yapmıştı: “Rusya’nın Kuzey Kafkasyalılara uyguladığı aşırı önlemleri Avrupa’nın aptalca bir umursamazlıkla karşılaması kendileri için daha kolay oluyor. Polonya’nın özgürlükçü ayaklanmasının sindirilmesi ve Kafkasya’nın işgali olaylarını 1815 yılından bu yana Avrupa’nın en ciddi olayı olarak değerlendiriyorum.”

Rusya, Kafkasya’yı işgal etmekle yetinmemiş, sürgün politikalarıyla Çerkesya’yı yerli halktan arındırmış, Çerkesya’yı %85’lere varan oranlarda boşaltmıştır. Çerkes Sürgünü, çarizmin işgal politikaları, Osmanlı’nın kolonyalist hile ve aldatmacaları ile feodallerin ihaneti sonucu eyleme geçirilmiştir. Çerkes Sürgünü bir kolonyalist paylaşımdır.

Çerkesler Sürgün Yollarında

Çerkes Sürgünü, boyutları ve niteliği itibariyle aynı zamanda bir soykırımdır. Kafkasya’nın Karadeniz sahillerinden iki milyondan fazla bir nüfusla gemilere doldurulan Çerkesler, Osmanlı kıyılarına üçte bir oranında kayıp vererek ulaşmışlardır. Osmanlı kıyılarındaki yığılma nedeniyle salgın hastalıklar, açlık ve ölümler baş göstermiştir. Halkın bu kötü durumundan faydalanmak isteyen Osmanlı köle tacirleri, İngiliz ajan ve feodaller, Çerkes çocuklarını köleleştirmişler, Çerkes kadınlarını saraylarına cariye yapmışlardır. Çerkes halkı, sürgün olarak geldiği Osmanlı ülkesinde, Osmanlı iskan siyaseti doğrultusunda dağıtılarak yerleştirilmiştir. Çerkes halkı, sınırlarda ve sorunlu iç bölgelerde tampon jandarma olarak kullanılmıştır. Balkanlara yerleştirilmiş olan Çerkesler Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından 1877’de Rusya’nın isteği üzerine Osmanlı Devleti tarafından ikinci bir sürgüne tabi tutulmuşlardır. Dört yüz bin nüfusa sahip bu halk kitlesi Anadolu ve Ortadoğu’ya sürülmüştür. 21 Mayıs 1864’te yaşanan sürgün, Çerkes halkı açısından tam anlamıyla bir kültür ve kimlik şoku olarak tarihin sayfalarına kaydedilmiştir.


Kafkas Kartalı Abrekler

Tarihte, Çerkes Soykırımı ve Çerkes Sürgünü olarak bilinen iki olay; Çarlık Rusya’sı, Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa’nın birinci derecede sorumlu oldukları olaylardır. Çarlık Rusya’sı Çerkesya’yı işgal etmek amacıyla amansız bir vahşet uygulamıştı. Rus askeri arşivlerinde Kafkas Savaşı’nın bir yok etme savaşı olduğu savını destekleyen birçok tarihsel belge vardır. Örnek vermek gerekirse: 1807-1810 yılları arasında Rus birliklerinin Kuban ötesinde yaptıkları askeri operasyonlarda iki yüz kadar Çerkes köyü yok edilmişti. 1822’de general Vlasov’un emriyle on yedi büyük ve yüz on dokuz küçük köy yeryüzünden silindi.

Cesur Çerkes gerillaları (Abrekler) iki yüz yılı aşkın bir süre, halk savaşını sürdürdüler. Çerkes Ulusal Kurtuluş Savaşı’na olan hayranlığını Karl Marx şu şekilde dile getiriyordu: “Ey dünya, ey insanlık! Özgürlüğün anlamını Kafkas dağlılarından öğrenin. Özgür yaşamak isteyenlerin neler başarabileceğini görün. Uluslar onlardan ders alsın!” Karl Marx ve Friedrich Engels, Çerkes Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı “halkın kendisinin bizzat katıldığı haklı bir özgürlük savaşı” olarak nitelemişlerdir.

Tarihsel Mucadelede Cerkesler

Azak Denizi ve Karadeniz’in doğu kıyıları ile Terek nehrine kadar uzanan topraklarda yaşayan Çerkesler, bu coğrafyada önemli uygarlıklar yarattılar. Çerkes ülkesi, bugünkü Gürcüstan’ın kuzeyinden Don nehrine kadar uzanıyordu. Tarihsel Çerkes yurdu olan bu coğrafyada Çerkesler, antik Kuban ve Maykop kültürlerini oluşturmuşlardır. Ulusal mitolojinin arkeoloji aynasından yansıması gibi dünya kültürlerinde ender görülen özelliklere sahip olan Antik Kuban Kültürüne ve sonrasındaki Maykop Kültürüne bugün tüm dünya büyük ilgi duymaktadır.

Çerkesler, 1400’lü hatta 1500’lü yıllara kadar ilkel komünal toplum yapısına sahiptiler. Bunun sebebi; Çerkeslerin yaşadıkları coğrafyanın jeopolitik önemi dolayısıyla sürekli saldırılara maruz kalmaları, savunma amacıyla derin vadilere sıkışarak üretim araçlarını geliştirememiş olmalarıdır. Üretim araçlarının gelişmemesi ve üretim fazlasının oluşmaması sınıfsız toplum yapısının devamını sağlıyordu.

17. yüzyılda Kafkasya’da sınıflı toplumsal yapı oluştu. 18. ve 19. yüzyıllarda feodalite Çerkeslerde güçlendi. Çerkeslerde feodal yapı başlıca dört sınıftan oluşuyordu: Pşı (prens), Workh (soylu), Fekotl (özgür köylü), Pşıtlı ve Wuneut (köle). Toplumun %80’ini özgür köylüler oluşturmaktaydı. Feodalite, Çerkes emekçi halkı üzerinde yoğun bir baskı oluşturdu. Feodaller, halkın sırtından geçinen bu asalak ve fırsatçı tabaka, halkı tarlalarda çalıştırarak sömürüyor, köleleştirerek satıyordu. Feodal sistemde Çerkes halkı on iki ana boydan oluşmaktaydı. Çerkesler boylara ayrılmış olmalarına rağmen kabileler federasyonu biçiminde örgütlendiklerinden ortak bir kültür ve aşağı yukarı ortak politik gelişim çizgisi gösteriyorlardı.

İşgal Bölgesi Kafkasya

Feodalitenin oluştuğu dönemde, önceleri Kırım Hanlığı yoluyla, sonraları direkt olarak Osmanlı Devleti’nin yayılma girişimleri söz konusudur. Aynı dönemde, Çarlık Rusya’sının Çerkesya üzerindeki yayılmacı politikalarına başladığı görülmektedir. Çerkes emekçi halkı, gerek Çarizmin işgal politikalarına gerekse Osmanlı’nın kolonyalist baskılarına karşı, maruz kaldığı feodal baskıların da etkisiyle ulusal intihara varan bir direniş ile yanıt vermiştir.

Çar Petro’dan beri sıcak denizlere inme hedefinde olan Rus Çarlığı ve Orta Asya Türkleriyle birleşme amacındaki Osmanlı Devleti’nin politikaları Kuzey Kafkasya’da çakışmıştır. Bu coğrafya, yüzyıllar boyunca bahsi geçen iki devletin çekişme alanı olmuştur.

Çerkesya’nın güneyinde yer alan Gürcüstan 1801 yılında kendi isteğiyle Rusya’ya ilhak edilmişti ve böylece Çerkesya güneyden de kuşatılmış oluyordu. Gürcüstan, Çerkesya’nın işgalinde önemli bir basamak olmuştur. Kafkas-Rus Savaşları 21 Mayıs 1864’te Çerkeslerin yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Bilimsel sosyalizmin kurucusu Karl Marx, Çerkes Ulusal Kurtuluş Savaşı hakkında 7 Temmuz 1864’te şöyle bir yorum yapmıştı: “Rusya’nın Kuzey Kafkasyalılara uyguladığı aşırı önlemleri Avrupa’nın aptalca bir umursamazlıkla karşılaması kendileri için daha kolay oluyor. Polonya’nın özgürlükçü ayaklanmasının sindirilmesi ve Kafkasya’nın işgali olaylarını 1815 yılından bu yana Avrupa’nın en ciddi olayı olarak değerlendiriyorum.”

Rusya, Kafkasya’yı işgal etmekle yetinmemiş, sürgün politikalarıyla Çerkesya’yı yerli halktan arındırmış, Çerkesya’yı %85’lere varan oranlarda boşaltmıştır. Çerkes Sürgünü, çarizmin işgal politikaları, Osmanlı’nın kolonyalist hile ve aldatmacaları ile feodallerin ihaneti sonucu eyleme geçirilmiştir. Çerkes Sürgünü bir kolonyalist paylaşımdır.

Çerkesler Sürgün Yollarında

Çerkes Sürgünü, boyutları ve niteliği itibariyle aynı zamanda bir soykırımdır. Kafkasya’nın Karadeniz sahillerinden iki milyondan fazla bir nüfusla gemilere doldurulan Çerkesler, Osmanlı kıyılarına üçte bir oranında kayıp vererek ulaşmışlardır. Osmanlı kıyılarındaki yığılma nedeniyle salgın hastalıklar, açlık ve ölümler baş göstermiştir. Halkın bu kötü durumundan faydalanmak isteyen Osmanlı köle tacirleri, İngiliz ajan ve feodaller, Çerkes çocuklarını köleleştirmişler, Çerkes kadınlarını saraylarına cariye yapmışlardır. Çerkes halkı, sürgün olarak geldiği Osmanlı ülkesinde, Osmanlı iskan siyaseti doğrultusunda dağıtılarak yerleştirilmiştir. Çerkes halkı, sınırlarda ve sorunlu iç bölgelerde tampon jandarma olarak kullanılmıştır. Balkanlara yerleştirilmiş olan Çerkesler Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından 1877’de Rusya’nın isteği üzerine Osmanlı Devleti tarafından ikinci bir sürgüne tabi tutulmuşlardır. Dört yüz bin nüfusa sahip bu halk kitlesi Anadolu ve Ortadoğu’ya sürülmüştür. 21 Mayıs 1864’te yaşanan sürgün, Çerkes halkı açısından tam anlamıyla bir kültür ve kimlik şoku olarak tarihin sayfalarına kaydedilmiştir.


Kafkas Kartalı Abrekler

Tarihte, Çerkes Soykırımı ve Çerkes Sürgünü olarak bilinen iki olay; Çarlık Rusya’sı, Osmanlı Devleti, İngiltere ve Fransa’nın birinci derecede sorumlu oldukları olaylardır. Çarlık Rusya’sı Çerkesya’yı işgal etmek amacıyla amansız bir vahşet uygulamıştı. Rus askeri arşivlerinde Kafkas Savaşı’nın bir yok etme savaşı olduğu savını destekleyen birçok tarihsel belge vardır. Örnek vermek gerekirse: 1807-1810 yılları arasında Rus birliklerinin Kuban ötesinde yaptıkları askeri operasyonlarda iki yüz kadar Çerkes köyü yok edilmişti. 1822’de general Vlasov’un emriyle on yedi büyük ve yüz on dokuz küçük köy yeryüzünden silindi.

Cesur Çerkes gerillaları (Abrekler) iki yüz yılı aşkın bir süre, halk savaşını sürdürdüler. Çerkes Ulusal Kurtuluş Savaşı’na olan hayranlığını Karl Marx şu şekilde dile getiriyordu: “Ey dünya, ey insanlık! Özgürlüğün anlamını Kafkas dağlılarından öğrenin. Özgür yaşamak isteyenlerin neler başarabileceğini görün. Uluslar onlardan ders alsın!” Karl Marx ve Friedrich Engels, Çerkes Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı “halkın kendisinin bizzat katıldığı haklı bir özgürlük savaşı” olarak nitelemişlerdir.