Bu Blogda Ara

28 Mart 2007 Çarşamba

Çerkesler'de Sofra Kültürü

Sofra, Çerkeslerde insanların nezaket imtihanından geçtiği yerdir.

Yemeği ağır yemek, lokmaları orta büyüklükte bulundurmak, kibarca almak, başı sofra üzerine çok eğmemek, lokma ağza yanaşmadan ağzı açmamak, bir lokmayı çiğneyip mideye indirmeden diğer lokmayı almamak, avurdu şişirmemek, sofra üzerine aksırmamak, ekmek ve börek gibi şeyleri ısırmamak, lokmayı el ile koparmak, az yemek, fakat kibarlık edeceğim diye aç kalmamak, Çerkeslerin "Zi ahe zefemishirer Femif" yani "hakkını yemeyen hamdır" tabiriyle kastettikleri duruma düşmemek, haddini aşıp kendine "psıç" yani manda yada bir yemeğe lüzumundan fazla iştah gösterip "Hiç görmemiş" dedirtmemek, yemekleri medhetmek gibi inceliklere dikkat etmek gerekir.

Şayet bir misafir varsa yemeğe başlamadan önce ev sahibi güzel bir konuşma yaparak iltifat eder. Yemekten sonra da misafir bir teşekkür konuşması yapar. Küçükler büyüklerle birlikte sofraya oturmalar.

Kız kaçırma

Kaşenlik ile başlayan evlilik aşamasında nişanlılık ve söz gibi durumlara pek rastlanmaz. Bunun en önemli sebebi kaçırma şeklinde evlenmenin gelenek ve göreneklerinde yer almasıdır. Gençler evlenmeye karar verdikten sonra maddi imkansızlıklar, kendisinden büyük başka birinin evlenecek olması gibi sebeplerden dolayı kaçırma şeklinde evlenmeyi tercih ederler. Fakat Çerkes kültüründeki kaçırma şekli diğer milletlerden farklı olarak kendine özgü bir nitelik gösterir. Bu şekilde evliliğin yaklaşması nişan ve söz gibi törenlerin yapılmasını gerekli kılmamaktadır.
Yine kişiler zaten kaşenlik dönemlerinde birbirlerini yeterince tanıdıkları için ayrıca bu tür dönemlere gerek duymazlar. Ayrıca çerkeslerde adetler kişilerin ilişkilerine çok fazla sınırlama getirdiği için bu döneme her iki tarafında katlanabilmesi zor olur. Çünkü nişanda büyüklerde işin içine girerler. Onlarla olan iletişimde konuşma ve görüşme yönünden bir takım güçlükler olduğu için kişiler nişanlı olarak kalmayı pek tercih etmezler. Ancak günümüzde söz ve nişanlılık dönemi Çerkesler arasında da yaygınlık kazanmıştır.
Çerkes milletindeki genç kız ve erkekler genellikle aynı milletten olan kişilerle evlenmeyi tercih etmektedirler.

Eş seçimindeki incelik

Gerek evlenmeye karar veren gerekse sadece bir kaç toplantıda kaşen olan kişiler birbirlerini aileleri ile tanıştırmazlar. Arkadaşları ve o ortamda bulunan kişiler onların kaşen olduklarını bilir. Anne ve babalarına kaşen olduklarını söyleyip birbirlerini tanıştırmaları ayıp olarak karşılanır. Aileler kızın ya da erkeğin kaşenini toplumlardaki diğer kişilerden öğrenerek haberdar olurlar. Ancak evlenme zamanında ailelere bildirilir. Bu durumdan da sadece anneye bahsedilir. Kaşenlik adeti Çerkez toplumunda kızın ya da erkeğin evleneceği kişi hakkındaki kararı kendilerinin vermesini sağlar. Büyükler müdahale etmezler. Fakat evlenmek üzere kaşen tercihi yapan kişiler daha ziyade aile yapılarına uygun toplumsal kurallara ve adetlere riayet edecek kişileri tercih ederler. Bu nedenle birçok toplantıda kızın ya da erkeği hal ve hareketlerini kontrol ederler. Evlilik tercihi yaparken bu tip kişilerle yapmayı isterler. Çünkü çerkes kültüründe toplumsal normlara uygun olarak hareket etmek gerekmektedir. Fertlerden görgü kurallarına gelenek ve göreneklere uygun davranış göstermesi beklenmektedir.

Evlenme akdi ve Euç

Kişiler evlenmeye karar verirlerse bu sefer bunu kendi aralarında akitleşirler. Bu durumda da euç denilen bir hediye verilir. Euç söz karşılığı verilen maddi bir hediyedir. Söz verdi anlamına gelir. Kaşenlik neticesinde evlenmeyi kabul etti demektir. Bu hediyeyi erkek bayandan ister. Bayan da kendi insiyatifinde bir hediye verir. Bu hediye bir boyun bağı, mendil, yüzük, bilezik olabilir. Erkek de bunun karşılığında kıza bir yüzük vermektedir.
Bu karşılıklı hediyeleşme durumu sadece kız ve erkek arasında olmaz.
Kızın ve erkeğin yanında arkadaşlarından veya akrabalarından birkaç kişi bulunmak durumundadır. Söz verme ve hediyeleşme hadisesi onların nezaretinde olmaktadır.
Evlenmek amacıyla kaşen olan ve bunu akit altına alan genç kız ve erkekler bu durumda toplumdan ayrı bir yerde yalnız başlarına konuşamazlar.
Onların yanlarında mutlaka arkadaşları da olmak durumundadır. Toplumun dışında ve toplumdan habersiz bir yerde konuşmaları yasaktır. Bu durum evleninceye kadar böyle devam eder.

Evlenmeye vesile olan kaşenlik

Pseluk ile başlayıp daha sonra da devam eden kaşenlik iki kısma ayrılmaktadır. Bunlardan birisi şaka diğeri ise ciddi kaşenliktir.
Şaka kaşenliğine semerko denmektedir. Bu durumda kişiler ciddi olmasalar dahi sırf o geceye ya da bir kaç geceye mahsus olarak kaşen olabilirler. Burada amaç eğlenmek, birbirlerini tanımak bunu yaparken de hoş vakit geçirmektir. Şaka kaşenliğinde kız ve erkek birbirlerine sanki evleneceklermiş gibi meth edici ve övücü sözler söyler. Kaşenliğin bir de ciddi boyutu vardır. Bu durumda birbirlerini beğenen kız ya da erkek evlenmek için arkadaşlık kurmak isterler.
Eğer karşı taraf kabul etmişse diğer toplantılarda da görüşerek bu ilişkiyi devam ettirirler. Fakat ciddi kaşenlikte daha ziyade pisehluk ile başlamaktadır. Erkek bir kaç arkadaşını alarak kızın veya onun herhangi bir akrabasının evine gider. Kızın da mutlaka yanında bir ya da bir kaç arkadaşı bulunmak durumundadır. Burada kıza kaşenlik teklifini sunar. Bu durumda kız ve erkek arkadaşlarının yanında teklifi değerlendirirler. Birbirlerinden beklentilerini ve isteklerini söylerler. Kaşenliğin her iki boyutunun da kendine has kuralları vardır. Kaşenlik eğer ciddi ise ve sonuçta evlilik düşüncesi ile kişiler birbirlerini tanımaya çalışıyorsa bu durumda meclislerde şaka kaşenliği gibi ulu orta gündeme getirilmez. Bu durumda bir çok muhabbette bir araya gelebilirler, bir çok konudan konuşarak birbirlerini daha iyi tanımaya çalışırlar. Fakat ilişkileri diğer kaşenliğe nazaran resmiyet kazanır. Diğeri kadar serbest değildir. Her ne kadar bu kişiler evlilik kararıyla birbirlerini tanımaya çalışsalar da mutlaka evlenecekler diye bir şart yoktur. Eğer bir engel söz konusu ise her iki taraf bu durumdan vazgeçebilir.

Birden fazla kaşen

Gençlerin her toplantıda farklı kaşeni olabildiği için bir Çerkez kızının ya da erkeğinin evleninceye kadar çok fazla kaşeni olabilmektedir. Toplantıda amaç tanışmak, eğlenmek ve kendine uygun bir eş seçmek olduğu için kaşenlik bazen ciddi bazen de şaka halinde ortaya çıkmaktadır. Sayısı fazla olan şaka kaşenliğinin çok fazla bir ciddiyeti yoktur.
Kız ya da erkek birbirlerinin daha önceki kaşenlerine karşı herhangi bir olumsuz tavır takınmazlar. Eski kaşenlerle sosyal ilişkiler kesilmez. Çünkü daha önceki kaşenlerin şaka olduğunu her iki tarafta kabullenmiştir. Kadın ya da erkek eski kaşenleriyle bu benim eski kaşenim diye espri yapabilir. Dolayısıyla kızın ya da erkeğin birden fazla kaşeni olması yadırganmamaktadır.

Kim kimle kaşen olabilir?

Aynı sülaleden olan kişiler kaşen olamazlar. Akrabalık derecesi ne kadar uzak olursa olsun yasaktır. Aynı köyden kişilerin kaşen olmaları hoş karşılanmaz. Bu kural günümüzde biraz yumuşamıştır. Artık aynı sülaleden olmamak kaydıyla kaşenliğe fazla tepki duyulmamaktadır. Muhabbet toplantılarında kızlar ve erkekler karşılıklı otururlar.

Kaşenlik - Kiz Kacirma

Çerkeslerin günümüze kadar devamlılığını sürdüren geleneklerin birisi de "kaşenlik adetidir. Bu adet bekar genç kız ve erkekler arasında evlilik öncesi dönemde gerçekleşmektedir. Diğer geleneklerde olduğu gibi habze adı verilen kurallarla sınırlıdır. Kaşenlik birbirinden hoşlanan genç kız ve erkekler arasındaki arkadaşlık ilişkisine denmektedir.
Çerkes kız ve erkekleri birbirleri ile düğünlerde, toplantılarda, muhabbet ortamlarında birlikte olurlar. Bu toplantılar en yaygın olarak köylerde görülür. Bu tür toplantılarda genellikle bir kaç köyün gençleri biraraya gelir. Sabahlara kadar süren sohbetler, oyunlar ve eğlenceler yapılır. Bu geceler gençlerin birbirlerini tanımalarına yardımcı olmaktadır. Muhabbet geceleri bir eğlence kaynağı olduğu kadar aynı zamanda eğitim yereri de sayılmaktadır. Kızlar ve erkekler belirli bir yaştan başlayarak bu tip toplantılarda çerkes adet ve görenekleri çerçevesinde eğitilirler. Bütün eğlence, düğün ve toplantılarda "thamate" adı verilen bir kişi bulunur.

22 Mart 2007 Perşembe

Kurban töreni

Çerkesler, doğan çocuklar için kurban keserler. Analar bunu ömrün uzaması için bir vesile saydıklarından ihmal ettirmezler. Ekseriyetle iki yaşına gelince kurban merasimi yapılır.
1839'da Mr. Bell, Çerkesya'da bulunduğu bir kurban merasimini şu şekilde anlatıyor:
Bu gün hane sahibim oğlunu Allah'a takdim etti. Ormanın ortasında âdetlere göre sofralar dizilmişti. Civardaki muhtelif evlerden getirilmiş olan bu sofralardaki yemekler de çeşitliydi. Sofra
getirenlerin çağu sofrayı ruhani reis vazifesi gören ihtiyar şahsa verdikten sonra başlarını açarak diz çöküyor, başlarını yere doğru eğiyorlardı. (O sırada Çerkesler Müslüman olmakla beraber, putperestlik ve Hıristiyanlıktan alınmış kadim dinlerine ait merasimi büsbütün terk etmemişlerdi.) Bu mukaddes yerin kenarında benim için de bir kır minderi serilmişti. Diğer yönden de benden sonra gelmeye başlayan ve sayıları altmışa varan kadınlar dizilmişti. İhtiyar kadınlar ateş başında, kızlar da sık bir ağaçlığın kenarında idiler. Dini merasim evvelce gördüğümden daha muhteşem surette yürütüldü. Önce "The Şkhoa" ye yani "Ulu Tanrı"ya temizleneceklerine dair bir dua yapıldı. Ruhani reis bu duayı okuduktan sonra sağ elinde "Şuatn" denilen içki dolu bir ağaç kadeh, sol elinde mayasız büyük bir çörek olduğu halde ilerledi ve arkasında duran muavinlerine verdi. Onlardan tekrar beş, altı kadeh ve ekmeği birer birer alarak hepsine ayni şekilde dua etti. Daha geride başları açık olarak yere diz çökmüş ve başlarını yere eğmiş olan cemaat de yüksek sesle aynı duayı tekrar ediyor, ihtiyar kadınlar da buna iştirak ediyorlardı. Buradan sonra üzerinde dua okunan Şuat ve çörekler hazır olanlara dağıtıldı. Sonra iki keçi ve bir koyundan ibaret olan kurbanlar, her biri iki adam tarafından tutulduğu halde getirildi. Ruhani reis her birisinin üzerine dua okuduktan sonra başlarma kadehteki Şuattan birer parça döktü. Kıllarından birer parça alınarak arkasın da duram üç balmumu şamdan yakıldı. Sonra kurbanlar ksilmek üzere geri çekildiler. İbadet merasimi sona erdiğinden herkes başka şey1erle meşgul oldu. Bazıları kurbanlarm etinin kesimine yardım etti. Bazıları büyük kazanlar hazırladılar. Diğerleri de yemek hazır oluncaya kadar eğlendiler. Hatırlı kişiler ise bu arayı konuşma ile geçirdiler. Vazifesini talkdire değer bir başarı ile yapmış olan ruhani reis başı açık, elinde baston, sırtında manto olduğu halde devamlı ayakta durdu. Yemeklerin, etlerin altmışa çıkan sofralara dağıtımını da idare etti.

Yürüme çöreği

Çocuk yürümeğe başlayınca adam olmak üzere ilk adımı atmış sayılarak gelecekte yapacağı meslek hakkında bilgı edinmek için anne büyük ve süslü bir çörek yapar.
Çöreğin üzerine çocuğun erkek ve kız olmasına göre kalem, kitap hakka, silah yahut iğne, makas, yüksük gibi aletler konur. Ondan sonra aile fertleri huzurunda yapılacak merasim için çocuk süslü elbiselerle donatılır.
Sonra üzerindeki eşyadan birini almak üzere çöreğin yanına oturtulur. Çocuk da tabiatıyla gözüne hoş görüneni alır. Aldığı şeye göre anne de kendisini çocuğun eğilimlerini anlamış olur.
Meselâ silâh aldı ise kahraman, kalem ve kitap gibi şeyler aldı ise alim, çekiç aldı ise sanatkâr olacağına hükmeder.

Çocukların eğitimi

Çerkesler hamile kadının şağlığına çok dikkat ederler. Çocuk dünyaya gelince bütün akraba ve komşular tebrik için gelirler. Hediye olarak Haluj, börek, koç ve kuzu gibi şeyler getirirler. Çocuğun ninesi de kız evlâda sırma işlemeli beşik takımı ve güzel elbise gönderir.
Beşik göndermek uğursuzluk olarak kabul edilir. Çocuğun doğuşu şerefine ekseriyetle kurban kesilir. Kamşulara zifayet verilir.
Çocuk beşikleri ağaçtan yapılmış olup belli şekildedir. Sırma işlemeli süslü örtülerden başka asıl beşiğin süsü yoktur.
Çocuğu sabah akşam yaz ise soğuk, kış ise az ılık su ile iki defa banyo yaptırırlar. Bazıları yaz ve kış soğuk su ile yıkanır. Kadınların bazısı da çocukları sabah, öğle, gece yatırılırken olmak üzere üç defa banyo ederler. Soğuk su ile banyo edilen çoculkarın daha sağlam ve çevik olacağına inanılır.
Sabah, öğle, ikindi ve yatarken çocuğu dört defa muntazaman kaldırırlar ve süt verirler.
Çocuğa annesi süt verir. Kâfi gelmedigi takdirde komşu kadınlar arasında ufak çocuklu varsa ondan istifade ederler. Yoksa eksiklik keçi, inek sütü ile tamamlanır. Diş çıkarıncaya kadar çocuğa başka yemek vermezler, yalnız sütle beslerler. Diş çıktıktan sonra ŞEKURİP adı verilen sütten ve baldan pişirilmiş bir çeşit muhallebiden azar azar vermeye başlarlar. Çocuğa babası ya da annesi ad takmaz. Dedesi, ninesi yahut yakın akrabadan bazan de dostlarından biri ad takar.
Anne çocuğun yaşına göre Ahlâki terbiyesine dikkat eder ve karakterinin teşekkülüne yön verir. Çocuğa karşı ciddiyet gösterirse de ruhunu öldürecek şiddet ve onu alçaltacak halleri reva görmez. "FEMİF" yani beceriksiz, "KARABĞ" yani korkak kelimeleri çocuğun terbiyesi için kullandığı yegâne değnektir. Bu kelimeler çocuğa vazifeperverlik, mertlik, cesaret hissini aşılar. Aile hayatındaki resmiyet ve misafir odası (Haceş) çocuğa sosyal terbiyeyi verecek mekteptir. Çerkesler çocuklara kalın pamuklu şeyler giydirmezler. Vücudu sıcak ve soğuğa dayanıklı olması içiz elbisenin hafif fakat zarif olmasına dikkat ederler. Çocuk elbiseleri erkek ve kadın elbiselerinin küçültülmüş şeklidir. Ancak pek ufak çocuklara kalpak giydirmezler.
Çerkeslerde kız ve erkek çocukları bir arada ders görür.

Anne

Çerkes ailelerinde anne, pek değerli ve şerefli bir mevkidedir, ikinci aile reisidir. Bilhassa evin iç işlerindeki hak ve istiklâline saygı ve riayet olunur.
Aile reisi olan babanın buna karışmasını saygısızlık, kadına tahakkümü mertliğe aykırı telâkki ederler. Kadının bu hakkına ima olarak "TIBISIM" yani "ev sahibemiz, mihmandarımız" diye hitap ederler. Böylece kadını asıl ev sahibi ve kendisini onun misafiri sayarak ev işlerinde kadının riyasetine hürmet gösterdiğini belirtir.
Kocasının son derece saygısına mazhar olan anneye, gelinleri "GUAŞE" yani prenses diye hitap ederek saygı duyarlar. Anne ile çocuklar arasındaki ilişkiler baba ile çocuklarınkinden oldukça farklıdır. Anneler şefkat kucağını açar ve çocukları sevgiye boğarlar.
Kadın kocasına aslâ adı ile hitap etmez.
Anne çocuklarını isimleriyle çağırır. Bazen de şefkatine ve teklifsizliğine delâlet eden takma isimler kullanır.
Ev işlerinde tam yetki sahibi olan kadının sorumluluğu çok geniştir. Kocasının bulunmadığı bir zamanda gelen misafirleri kabul ve ağırlamak, misafirin sınıf ve mevkine göre hürmeten kuzu, koç hatta öküz kesmek, kocasının misafire adet üzere vermesı gereken hediyeyi vermek kadının yetkisi dahilindedir.

Baba

Aile reisi olan baba, aile efradına karşı vakur, şefkatli bir amir ve terbiyeci gibi özelliklerini daima muhafaza eder. Bütün aile efradı da kendisine karşı hürmetkâr ve tam bir bağlılık gösterir. Onun her emri itirazsız yapılır. Kocanın karısı karşısındaki konumu da eşitliğe saygı ilkesi çerçevesindedir.
Çünkü kadın ile erkek arasındaki eşitlik birbirine benzememek şeklinde bir eşitliktir. Yoksa karı ile kocanın faaliyetlerinin çeşitli almasını men etmeye kimse muktedir değildir.
Daima kendi hakkını savunmak şeklindeki aşırı merak kadar teessüfe değer haller ailede görülmediğinden karı koca arasındaki gerçek eşitliğin sevişerek, birbirine saygı duyarak, sevinç ve kederlerini, ümitlerini müşterek bir hale getirmek olduğunu, yoksa herkesin kendi dünyasında serbest yaşamak olmadığını pek iyi bilirler.
Çerkeslerde çok kadınla evlenme adeti yoktur. Çerkeslerle kadına ziyadesiyle saygı duyulur. Hattâ evlendikten sonra da kadın soyadını muhafaza eder. Koca zevcesini adıyle çağırmaz. Kendi soyunun ismiyle çağırır. Çünkü kadına soyunun ismiyle hitap etmek Çerkeslerce saygı belirtisidir. Asıl adıyle çağırmak daha çok teklifsizlik sayıldığından kadının akrabasından olmayanlar da soyadıyla hitap ederler. Evlenen kadınlar soyadı istiklaliyetlerini muhafaza ederler.
Babanın huzurunda karısı ile kızından başka aile efradından kimse oturamaz. Diğerleri saygı ile ayakta beklerler. Karısı bile çocuk sahibi oluncaya kadar oturamaz. Ailenin hiçbir ferdi baba ile yemek yiyemez.
Baba küçük çoçuklarını öpüp okşamaz, kucağına almaz. Sevginin sözle değil, kalple olduğunu bildiği için Çerkes aile efradına karşı olan sevgisini yılışık bir surette açığa vurmayı kibarlığa aykırı görür.
Fakat narin vücudu, ince kalbi hasebiyle daha çok şefkat, sevgi ve himayeye ihtiyacı olduğundan kız çocuklarına anlayış gösterir.
Erkek çocuklanna karşı muamelesi ise bir öğretmenin öğrencilerine karşı yaptığı muameledir. Onunla yüz göz olmaz, senli benli olmaya asla meydan vermez. Bütün , çocuklarına isimleriyle seslenir. Yavrum, ciğerim, canım gibi deyimler kullanmaz. Babanın eli erkek çocuk üzerinde titremez. Bilakis onu, istiklal ve şahsiyet sahibi etmek için serbest büyütür.

Disiplin ve terbiye yuvası

Çerkeşlerde aile fikri çok eskilere dayanır ve oldukça gelişmiş bir yapı özelliği arzeder. Bu nedenle de toplum hayatında önemli bir yeri vardır.
Aileyi yıkmak isteyen sosyalizm gibi düşünce akımları Çerkesler arasında fazla rağbet görmemiş, eskiden beri aileye saygı ve sevgi muhafaza ve devam ettirilmiştir. Eskiden Simye(Araplarda beşinci göbekten sonra gelen aile fertleri) arasında evlenmeyi yasaklayan bazı milletlerde başka kabile ve soylardan alınan kızlardan doğan çocuklar anneye, annenin mensup olduğu kabileye ve soya ait olduğundan bu gibi ailelerde babanın çocuk üzerinde hiçbir surette hakkı olmazdı.
Başka ailelerden, soylardan evlenmek mecburiyeti Çerkeslerin güzel düşünüşlerinin bir örneğidir.
Kendi soyundan kız almayı Çerkesler menetmişlerse de hiçbir vakit maderşahilik gibi gayrı tabii bir aile usulünü kabul etmemişlerdir. Fakat eski Romalılarda olduğu gibi aile reisi olan babanın hakimiyeti hiçbir vakit sınırsız olmamıştır ve aile efradına esaret hayatı yaşatan zulüm derecesine vardırılmamıştır. Ailenin birliğini sağlayan babanın mevkiine riayet ve saygı gösterilir ancak şahsi hürriyet ve istiklâle hürmet edildiğinden aile fertleri birbirinden ayrılabilir, mal ve mülk sahibi olabilir.
Bundan ötürü şahsi hürriyet ve istiklâli bozan aşırı bir disipline dayalı büyük ve kalabalık ailelerin teşekkülü de zaruret haline gelmezdi. Ancak fertlerin ayrılması aile arasındaki manevi birliği ve bağlılığı asla bozmazdı. Ayrılan kardeşler ve evlâtlar arasındaki bağlılık daha fazla samimiyetle devam ederdi. Çerkes aile hayatı fertler açısından gerçek bir mektep özelliği taşıyordu.
Çerkes aile hayatı, sevilen kimselerin elemlerinden acı duymayı, kendisini büyüten ailesinin fedakârlığını takdir etmeği, onların isteklerine saygı gostermeyi, kardeşlerin kendisiyle bir saymasını, sonra da kendi çocuklarını güzel idare etmesi, mağrur olmaksızın kendisine hürmet ettirmeyi, meşru büyüklerine itaatli olmayı, zaaf göstermeden adil olmayı, şiddet göstermeden kumanda etmeyi öğretirdi.

Cerkesler'de Aile

Çerkes aile hayatının şekli, diğer milletlere biraz garip gelelebilir. Çerkes aile hayatının esası resmiyettir. Çerkesler, gerek evlerinde gerek dışarda laubalilik, teklifsizlik ve nezaketsizliği büyüğe karşı saygısızlık addederler.
Nezaketsizlik ve saygısızlığa tölerans gösterileceğine kimse inanmaz.
Fakat saygı ve nezakete dayalı bu resmiyet ailede ne soğuk bir hayat ne de bir esaret meydana getirir. Yabancılar bu insani ve kibar hayatın inceliklerini takdir edemedikleri için zor ve gayri tabi olarak yorumlayabilirler ancak bu hayat tarzı Çerkesleri asla sıkmaz.
Bilakis aileler laubaliliğin meydana getirdiği olumsuz etkenlerden bu şekilde uzak tutulmuş olur.
Çocuklar aile içinde büyük bir intizam, saygı ve bağlılık içinde doğup büyürler. Bu nednele de aile hayatı bir fazilet mektebi sayılır.

Kız kaçırma

Ebeveynin kızını vermek istememesi üzerine çiftler, gece kaçmaya karar verirler. Bu halde delikanlı arkadaşlarını alarak gizlice kızın evine giderler. Muayyen saatte kız dışarı çıkınca ata bindirirler ve köyden uzaklaşırlar. Gelin götürmeye mahsus şarkı ve marşları söyleyerek, silah atarak delikanlının köyüne gelirler. Uyanan köy ahalisi de her taraftan silah atarak bu yeni misafiri selamlar. Kız delikanlının yakın akrabalarından biri tarafından at üzerinde götürülür. Güvey bizzat götürmez.

Gelinin yeni evindeki konumu

Gelin bir esir, bir hizmetçi değil, tam bir şahsiyet ve istiklâl sahibi olarak geldiğini göstermek için gelin odasında bir prenses gibi oturur, ne dışarı çıkar, ne diker, ne de başka bir işe el sürer. Bilakis kendisine hizmet edilir. Sofrası ayağına gelir, yalnız kendisini görmeye gelenlerin ziyaretini kabul eder. Kocasının akrabası olan kadınlar gelini görmeye gelince etrafına un, yumurta, yağ ve şekerden yapılan hamur tatlısı Meterizz serperler. Onu kapışacak çocuklarda orada eksik olmaz. İlk zamanlarda gelin kocasının akrabasından olan yaşlı kadınların yanında oturmaz. Yemek yemez, hattâ konuşmaz. Ancak kendisine akran olanlarla sohbet eder. Yanına kocasının
akrabasından olanlar çocuk da olsa girdikçe hürmeten ayağa kalkar.
Gelin kayınpeder, kayınvalide, büyük kayınbirader, kocasının amcalarının ismini söyleyemez.
Kayınpeder ve kayınvalidesinin ismi söylendikçe hürmeten ayağa kalkar. Kayın pederine prens anlamında "Pşi" kayınvalidesine "Guaşe" yani prenses, kayınbiraderlerine "Pşiko-Prenszade", kızlarına "Pşibhb" der. Gelin kocasının ismini söyleyemez. Münasip ve hoş bir tabir kullanır, meselâ "Ceylân" der. Yahut aile ismiyle hitap eder.

Gelinlik yerine kurak ve şuktan

Çerkeslerde özel olarak gelinlik elbisesi yapmak adet değildir. Bu nedenle gelin kızlık elbisesi ile gelir. Bir çerkes kız için başındaki sırma taç, sırma şeritlerle donatılmış güzel kuraktan daha güzel bir şey yoktu. Zifaf gecesine kâdar bu elbiseyi giyer ve tam olarak temiz bir şekilde geldiğini gösterir. Çerkes kızlarının beli ince, vücudu dik tutmak için kullandıkları "şuktan" da taşınır. Şuktansız yani korsasız gelin olmak kız için ayıp sayılır ve onu çıkarmak güveyin hakkıdır.
Çerkeslerde yüz görümlüğü vesaire yoktur. Ancak gelin gelir gelmez kayın pederi servet derecesine göre at, damızlık hayvan hediye eder. Bununla beraber ne kayınpeder, ne de kayınvalide gelini göremez. Ertesi sabah gelin artık kızlara mahsus elbiselerini çıkarır ve kadın elbisesi giyer. Çıkardığı elbiseleri kocasının akrabasından olan kız ve kadınlara hediye ederek gençlik hayatına vedasını yapar.

Llepe mafe vez si daxe

Gelin kapıdan çıkarken gelinle münasebeti olan ihtiyar bir kadın "Llepe mafe vez si daxe" yani "mesut adım atasın güzelim" der. Bu hitap üzerine sâadet yuvası olan baba evini terketmekte olan gelin, eski güzel hatıralarının düşüncesiyle hissettiği üzüntüyü tutamâz, gözyaşı dökerse de hissettirmemeğe çalışır. Gelin giderken anne ve babasının elini öpmez. Çünkü kendisini naz ve nimet içinde büyüten şefkatli ailesini başkası için terk edip gitmeyi hürmetsizlik ve ayıp saydığından o sırada onların yanına çıkmaktan utanır.
Başında duvak olduğu halde gelin kapıdan çıkarken hazır bulunanlar hürmeten silah atarak kendisini selâmlar. Gelin evden çıktıktan sonra alay silah atmağa devam eder ve şenlik içinde yola düşer. Gelin götürmeye mahsus milli marşlar hep bir ağızdan söylenir. Silah atışları ve at oyunları yol boyunca devam eder.
İşte böyle neşeli bir alayla gelin "Leghune" adı verilen gelin odasının kapısına getirilir. Bütün köy içinde sevinç nişanesi olarak derhal kurban kesilir. Gelini kapıda kız ve genç kadınlar beklerken bir taraftan da silahlar atılır.
Gelin odaya götürülür ve gelinin bugün için hazırlamış olduğu sırma işlemeli silahlık gibi şeyler alaya iştirak edenlere hediye edilir. Bütün heyet ve köy ahalisi tertip edilen ziyafette bulunarak yemek yerler.

Gelin çıkarma

Gelini getirmek üzere teşkil edilen alaya delikanlı bütün akranını davet eder. Alaya kendisi dahil olamaz ise de genç kardeşleri, genç dayı ve amcaları alaya iştirak ederler. Gelini getirecek
araba ile delikanlının hemşiresi yahut akrabasından bir iki kız ve kadın ile hizmetçi kız gider.
Kız yakın köyden getirilecek ise alay sabah gidip akşama döner. Gelin ekseriyetle cuma, bazen de perşembe veya pazartesi akşamları eve getirilir.
Alayın şerefine o gece tertip olunan danslara gelini almağa gelen kızın bilhassa çok oynaması şart gibidir.
Gelin alayının hareket zamanı gelince bütün heyet gelinin çıkacağı kapı önünde at üstünde hazır bulunur. Delikanlının küçük kardeşi, yahut yakın akrabasından bir genç odaya girer. O dakikadan itibaren yeni gireceği aile ve kabileye karşı bir prenses tavrını almış olan gelinin koltuğuna girerek oturduğu yerden kaldırır. Gençlere mahsus bu merasime ihtiyarların karışmaması alışılan ve olgunluk sayıldığından gelinin yanında annesi ve babası değil yaşlı akrabası bile bulunmaz.
Gelinin geçeceği yol üzerinde zengin ve asil aileler kıymetli kumaş sererler. Ağır ağır gelini koltuğunda odanın kapısına doğru getiren genç devamlı surette etrafa para serper. Çerkeslerde güveyin koltuğa girmemesi, orada hazır bulunacak olan yaşlılara saygı gösterme fikrinden ileri gelir.

Kız isteme

Kız erkeğin evlenme teklifine evet dediği andan itibaren gelini almak ve götürme merasimi başlar. Bu merasim iki şekilde oluyor. Birisi resmi şekilde kızı babasından istemek, vaseyi evvelce vererek her zamanki merasim ile gelini gündüz eve götürmektir. Bu usul daha ziyade uygun ve kibarlık telâkki edilir.
Kız babasından istenecek ise delikanlının amca, dayı gibi en yakın akrabasından biriyle bir Thamate (ihtiyar) biri elçi olarak gönderilir.
Fakat kız başka köyde ise babasının evinden başka bir eve misafir olmak ve kızı istemek hürmet icabıdır. Delikanlının babası asla bizzat kendisi istemez. Annenin kız beğenmeye gitmesi ise adet değildir. Ebeveyn için görmeden gelin sahibi olmak Çerkes1ere mahsustur. Fakat yüzünü görmediği bir kızı hayat arkadaşı olmak üzere bir gencin odasına sokmak gibi bir adet Çerkeslerde yoktur.
Gönderilen heyet müracaat edince baba kızla teklifsiz olan kadınlar vasıtasıyla fikrini sordurur ve aile efradının reylerine başvurur. Kızlar her vakit nezaketen işi babasının reyine bırakırlar. Ancak arkadaşlarından fikir ve arzusu öğrenilir. Kızın arzu ettiği delikanlı sınıf ve mevki itibarıyla kendisine uygun olduğu takdirde baba genellikle reddetmez. Bu suretle babanın muvafakatı alınınca ağırlık miktarının tayini için zaman kararlaştırılır.
Artık o günden itibaren kız babasından utanıp görünmemeğe başlar.

Başlık (Vâse)

Çerkesler kızları için eskiden gayet yüksek vâse yani (başlık) alırlardı.
Eski Çerkeslerde vâse almaktan amaç kızlarına hürmet edildiğini ve değer verildiğini görmektir. Çünkü baba aldığı başlık değerinde bir hediyeyi ilk ziyaretinde kızına verirdi.
Çerkes kızları kendileri için asaletinden aşağı başlık verilmesini affedilmez bir hakaret telâkki ederlerdi. Gelini fazla üzmemek için damat tarafı da fedakârlık yapardı. Para, at, öküz, silah gibi şeyler başlık olarak verilirdi.
Başlık veremeyecek derecede fakir olanlara, soyunun servet sahipleri yardım etmek zorundaydı. Bu ihmal edilmeyecek bir ananedir. Delikanlının adet gereğince hakkı olan bu yardımı istemesi ayıp sayılmazdı. Bundan ötürü Çerkeslerde fakirlik evlenmeğe mani değildi.

Gençler nelere dikkat ederler?

Delikanlılar özellikle kızların fiziki yapılarına dikkat ederler. Çelimsiz yada fazla kilolu kişileri beğenmezler. Çerkes kızları dik durmaya ve yürümeye dikkat ederler, kamburlarını çıkarmayı büyük kusur olarak kabul ederler. Bellerinin ince kalması vücutlarının dik durması için "şuktan" denilen özel korseler kullanırlar. Ne kadar asil ve zengin aileye mensup olursa olsun çelimsiz ve kabiliyetsiz bir kızı delikanlılar kabul etmezler. Kızın güzel elbise dikmek, ince ve zarif sırma işlemeleri yapmak hususundaki şöhreti delikanlıların rağbet göstermesine neden olur.
Kızlar da kendisine eş olacak delikanlıda seçkin vasıflar ararlar. Asalet ve servet gibi hususlar kıymet ifade etmekle beraber bir kız için erkek seçiminde bunlar yeterli değildir. Önce ahlâki üstünlüğe dikkat eden kızlar, ciddiyet, istikamet, cesaret sahibi olmayan genci beğenmezler.
Kız evlenmeyi kabul ettiği delikanlıya parmağındaki yüzüğü çıkararak kabul nişanesi olmak üzere verir. Delikanlı da bu yadigarı itina ile muhafaza eder. Çerkes delikanlıları karşılık olarak kıza yüzük vermezler. Evlenme teklifinin kabul görmesi üzerine serbest görüşen, gülüp latifeler yapan kızla delikanlı arasında diğer milletlerde görülenin aksine derhal resmiyet başlar.

Eş seçme hakkı

Çerkes kız ve delikanlıları serbest hareket ettikleri için eş seçiminde fazla zorluk çekmezler.
Her kız civar yerleşim yerlerindeki bütün delikanlıları tanır. Sürekli olarak düğün, cemiyet, toplantılarda delikanlıları görme ve konuşma fırsatı bulabilirler. Bu toplantılarda birbirlerini beğenen gençler daha fazla konuşmaya çalışırlar ve evlenme niyetlerini açığa vururlar.

Evlenmenin yaşı

Çerkesler erken yaşlarda kız ve erkek çocuklarını evlendirmezler. Kızların biraz yaşlıca olmasını kusur değil, olgunluk göstergesi olarak kabul ederler. Çoğunlukla evlilik yaşı 25-30 arasıdır.
Çerkes kız ve delikanlıları eş seçimi hususunda gayet tabi ve pratik bir yol takip ederler.
Sevmek ve beğenmek gençlerin hakkı, vase (başlık) alıp vermek de ihtiyarların hak ve vazifesidir.

Çerkes'lerde Evlilik

Çerkesler başka milletlerden kız almaya ve başka milletlere kız vermeye fazla sıcak bakmazlar.
Çerkeslerin evlenme geleneklerinde "Yeplıxi kaşe, depleyi yet" yani "Aşağı bak al, yukarı bak ver" kaidesi esastır. Bu erkeğin kadın sayesinde değil, kadının erkek sayesinde refah görmesi anlamına gelir. Erkeğin mevki ve servetçe daha altta olan kızları eş seçmesini öngören bu kaide, Çerkeslerin kızlarına paye verme konusunda ne kadar hassas olduklarının göstergesi sayılır.

6 Mart 2007 Salı

BİRİNCİ ULUSLAR ARASI NART KARİKATÜR SERGİSİ

KONU: “21 MAYIS 1864 BÜYÜK ÇERKES SÜRGÜNÜ”

“Köylere gece karanlığında dalıvermek adet haline gelmişti.Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerinin ikişer üçer evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki, bunları hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemezdi…” (Kont Lev TOLSTOY)

“Osmanlı’ya göç etmek için yola çıkanların yarısı bile oraya ulaşamadı. Bu denli bir perişanlık insanlık tarihinde çok azdır…” (Rus İ. DZAROV)

“Gemicilerin gözü doymuyordu.50-60 kişilik gemiye 200-300 kişi alıyorlardı. Yanlarına aldıkları biraz su ve ekmek 5-6 günü aşınca tükeniyor, açlıktan salgın hastalıklara yakalanıyor, yolda ölüyor ve denize atılıyorlardı. 600 kişiyle yola çıkan gemiden ancak 370 kişi sağ kalabilmişti…” (Fransız gazeteci A. FONVILL)

İşte 21 Mayıs 1864, Çerkes halkının belleğine böyle kazındı. Çar ve orduları için zafer, Çerkesler için acının, hüznün, sürülüşün, bölünmüşlüğün ve ölümün günü…

21 Mayıs’lar her şeye rağmen Çerkes halkının yaşama direncinin ifadesidir.Direniştir, başkaldırıdır, diriliştir.Tüm zalimlere inat, Çerkesya’nın yeniden var olma mücadelesidir.

21 Mayıs’lar, halkımızın belleğine kazınan tüm bu acıları, savaşları, insanlık dışı uygulamaları dünyaya haykırmak istediğimiz gündür.


GENEL BİLGİLER:

Sergi dünyadaki tüm profesyonel ve amatör karikatüristlere açıktır.

Her sanatçı sergiye en çok üç karikatür ile katılabilir.

Karikatürler siyah-beyaz ya da renkli olabilir.

Eserlerin ölçüsü min. A4 max. A3 olacaktır.

Karikatürler eser sahipleri tarafından zedelenmeyi önleyecek tedbirler alınarak gönderilecektir. Eserlerin postada zarar görmesinden KAF-DER sorumlu değildir.

Elektronik katılımda istenen koşullar: en fazla 300 dpi / min A4 max. A3, renkli için RGB ve jpeg ya da pdf format. Ayrıca her mesaj en fazla 5 MB büyüklükte olabilir.

Eserler iade edilmez.

Yarışmaya katılan karikatürlerin yayım, sergileme ve her türlü kullanım hakkı KAF-DER’e aittir.

Eser sahipleri her eserin arkasına ad, soyad, adres, telefon ve e- mail bilgilerini büyük harflerle yazacaktır.

e-mail : kafder@kafder.org.tr

ADRES:
Şenyuva mahallesi Kafkas sokağı no: 60 Beştepe/ ANKARA

ÖDÜLLER:
Altın plaket + albüm
Gümüş plaket + albüm
Bronz plaket + albüm
Mansiyon( 3 adet) plaket + albüm

ÖDÜL TÖRENİ VE SERGİ AÇILIŞI:
20 Mayıs Pazar günü Ankara’da yapılacaktır.

SON KATILMA TARİHİ:
27 Nisan 2007

Daha fazla bilgi için lütfen web sitemizi ziyaret edin.

www.kafder.org.tr

3 Mart 2007 Cumartesi

ÇEÇENLER VE KOMŞULARI - George Hewitt

"Çeçenler, etnik olarak Türkik bir halktır." Lord William Rees-Mogg 26 Aralık 1994 tarihli The Times'da böyle yazıyordu, ancak şüphesiz Çeçenler hiçbir şekilde Türkik bir halk değildir.

"... Abhazlar, savaş öncesi otonom cumhuriyet nüfusunun yalnızca yüzde 17'sini oluşturan, Türkik dil konuşan Müslüman bir halktır." Hugh Pope 23 Ekim 1993 tarihli The Independent's Saturday dergisinde bu şekilde yazıyordu. Şüphesiz, Abhazlar ne Türkik bir dil konuşurlar, ne de onların tamamını Müslüman olarak tanımlamak doğrudur.

7 Mart 1991'de Belçika ve Hollanda televizyonları akşam haber programında, Güney Osetya'daki anlaşmazlığın dinsel bir karakterde olduğuna ilişkin bilgi verdi. (Osetlerin İslamı izlediklerini ve Tür kik bir dil konuştuklarını iddia etti. Bu "bilgi"nin Gürcüstan'dan piyasaya sürüldüğü açıktı ve Sovyet Büyükelçisi Aleksandre Chkhikvaidze'nin marifetiyle yayıldı. "Prof. Vasil Abaev, Zviad Gamsaxurdia’nın Gürcü rejimiyle Osetler arasındaki anlaşmazlık konusunda böyle bir tespit yaptı. Chkhikvaidze'nin de çok iyi bildiği gibi, Osetler'in hemen tamamı Ortodoks Hıristiyan’dırlar ve Hint-Avrupa diliyle ilişkili bir dil konuşurlar. Bu yanlış bilginin kaynağı (anladığım kadarıyla), Gorbaçov'a karşı başarısızlıkla sonuçlanan darbeyi desteklediği için görevinden alındı ve 1992'de meslektaşı Edward Şevardnadze'nin Moskova'dan kendi ülkesi Gürcüstan'a dönmesiyle Gürcüstan Dışişleri Bakanlığı'na atandı.

Batı medyasının -çok az istisna dışında- Kafkasya olaylarına (özellikle Gürcüstan içindeki anlaşmazlıklarla ilgili) ilişkin haberlerin yanlış aktarılmasındaki sorumluluğundan ayrı olarak, bu problemler, kendi gerçeklerinizi bilmenin önemini ortaya çıkarıyor. Böylece "sahte uzmanlara" ve "böğüren propagandacılara" meydan okuyabilirsiniz. Öyleyse acil sorun, Avrupa kıtamızın doğu ucuyla ilgili olarak, tartıştığımızın kim olduğunu tanımlamaktır.

Halklar

Karadeniz ve Hazar Denizi'ni birbirinden ayıran dağlık bölgenin dar şeridi, Avrupa'nın hiçbir yerinde olmayan en zengin halklar, diller ve kültürler yuvasıdır. Aynı büyüklükteki bir alanda, böylesi mozaiği dünyanın bir başka yerinde de görmek imkansızdır. Ana Kafkas silsilesi, çeşitli yönetsel birimleri halen "sözde" Rusya Federasyonu'nun tamamlayıcı bölümü olarak bilinen Kuzey Kafkasya'yı, üç yeni bağımsız devlet olan Gürcüstan, Ermenistan ve Azerbaycan'ın bulunduğu Transkafkasya'dan ayırır.

Bugün, bu bölgede yaşayan halkları, en son kökleri tarih öncesinde kaybolan yerli halklar ve sonradan gelenler olarak ikiye ayırabiliriz. Şimdi, bu ikinci grupta yer alanlara kısaca bir göz atalım.

Slavlar (Ruslar, Ukraynalılar ve özellikle de Kazaklar) Kuzey Kafkasya'da ilk defa 16. yüzyılın ikinci yansından sonra ortaya çıktılar. Kuzey Kafkasya kesinlikle geleneksel Rus bölgesi değildir. Ancak 19. yüzyılın emperyal yayılmasının hala elinde tuttuğu ganimetlerden biridir. Slavonik diller, İngilizce’yi de içine alan Hint-Avrupa dil ailesinin bir parçasıdır.

Kafkasya'da diğer Hint-Avrupa dillerini konuşan Ermeniler, Grekler, Çingeneler+Tatlar, Taluşlar, Kürtler gibi irani dilleri konuşanlar ve bizim için önem arzeden Osetler yaşar. Transkafkasya'daki Azerbaycanlılardan ayrı olarak, kuzeydeki bölgelerde diğer Türkik dil konuşan halklar bulunur: Kuzeybatı'da Karaçaylar ve Balkarlar (esasen tek bir linguistik grup), Kuzeydoğu'da da Nogaylar+ Kalmuklar. Buna ek olarak Semitik dil konuşanlarda vardır (Gürcüstan'da Yahudiler ve küçük bir Asurî grup).

Bugün Çeçenler, 1989 Sovyet sayımına göre 958.309 kişiyle en büyük nüfuslu yerli halktır. Dilleri, batı komşuları olan İnguşlar'a öylesine yakındır ki, tek ulus olarak kabul edilebilirler. 1989’da SSCB'de 237.577 İnguş yaşamaktaydı. Bu küçük grubun, Bats (Tuşlar) olarak adlandırılan bir üçüncü üyesi vardır. Gürcüstan'daki tek bir köyde 5000 kadar kişi tarafından konuşulan Bats dili kesinlikle yok olmaya mahkûm edilmiştir. Bu üçü, Halk/Halkımız anlamımı gelen Nakh/Veinah ailesini oluşturur. Çeçenler 16. yüzyılda doğu komşularından Sünni Müslümanlığı benimsediler. İnguşlar 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra Sufi Kadiri tarikatının müridleri tarafından İslamiyete geçirildiler. Dilleri, tutucu dinleri ve klan yapıları Sovyet yıllarında da, günümüzdeki Çeçen-İnguş öz kimliğinin tanınmasında etkili olmuştur.

(Vei) Nah dilleri doğrudan, doğuda bulunan Dağıstan'daki dillerle bağlantılıdır. Dillerin diyalektlerini nasıl sınıflandıracağınız size kalmak üzere, tek başına Dağıstan’da 28 yerli dil vardır. Bu dillerin çoğu yazılı değildir ve "çok dillilik" yaygındır. Sovyet yönetiminin büyük bir bölümünde, etnik sınıflandırma, genellikle kişinin kullanmak zorunda kaldığı yazılı dile göre yapıldı. Bu nedenle mevcut nüfus verileri sağlıklı değildir ve birçok, çok az nüfuslu halk için böylece yokmuş gibi bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Kuzey'de en büyük Dağıstanlı grup 604.202 nüfuslu Avarlar'dır. Bu rakam, gerçek Avarlar'ı + 8 Andik ve 5 Tsezik dil konuşanları da içerir. Güney'de 466.833 nüfuslu Lezgiler ve 98.448 nüfuslu Tabasaranlar vardır (8 Lezgik dil konuşulur). Orta Dağıstan'da 3 Dargik dil konuşan + bunlarla yakından ilişkili 118.386 nüfuslu Laklar yaşar. Bir miktar Kuzey (Orta) Kafkasyalı da ya tamamen veya kısmen Kuzey Azerbaycan'da yaşar.

İslam, 8-9. yy.larda Araplar tarafından Dağıstan'a ulaştırıldı. Yerli Dağıstanlılar Sunnidirler. Bir istisna, Azerbaycan'daki İki köyde Ermeni Ortodoksluğu’ndan etkilenenler ve Doğu Gürcüstan'daki bir köyde Gürcü Ortodoksluğu'ndan etkilenerek Lezgik Udi dilini konuşanlardır. Dağıstan, devrime kadar olan dönemde 2 bin kadar Kuran kursuyla bir Arapça öğretim merkezi olmakla ünlüydü.

Kesin kanıtlar henüz olmamasına rağmen, linguistik açıdan belki (Vei) Nah- Dağıstan grubuyla, Abhaz-Abaza, Çerkes ve günümüzde konuşanı kalmamış olan Ubıh dillerini kapsayan küçük grup, Kuzeybatı Kafkasya ailesindendir. Kuzeybatı Kafkasya dillerini konuşanlar eskiden Kuban Nehri (belki Don) kıyılarından, günümüz Gürcüstan'ına doğru dağlar üzerinden aşağıya yayıldılar. Çerkesler bir zamanlar, Kuzeybatı'daki en büyük etnik gruptu, ama geriye kalan nüfusu 1989'da 125.000'dir. Batı Çerkesleri (Adıgeler) çoğunlukla Adıge Otonom Bölgesi'nde veya Karadeniz kıyısındaki Tuapsse civarında yaşarlar. Buna karşılık Doğu Çerkesleri, Karaçay-Çerkesya'daki 40.230 Çerkes, Kabartay-Balkarya'da 363.351 Kabartay olarak bölünmüşlerdir. Ubıhlar'ın yurtları Soçi civarındaydı. Abhazlar'ın yurtları da Sovyet Gürcüstan'ına ilhak edilmiştir. 1989'da Abhazya'da 93.267 Abhaz, Karaçay-Çerkesya'da Abhazlar'a yakın akraba 27.475 Abazin (Abaza) yaşamaktaydı. Osmanlı Türklerinin, Karadeniz kıyıları boyunca olan aktiviteleri sonucu, İslam 16. yüzyılda bölgeye ulaştı, ancak doğu bölgelerde olduğu gibi sıkı bir şekilde yerleşemedi ve daha önceki Pagan ve Hıristiyan inançlarını tamamen kökünden söküp atamadı.

En kesin bir şekilde, Kuzey Kafkasya linguistik grubunun hiçbir diliyle bağlantılı olmayan, bir başka dil ailesi Gürcüce, Megrelce, Lazca ve Svanca'yı kapsayan Güney Kafkasya dil ailesidir. Gürcüce yazı geçmişine sahiptir. Tek el yazısı 4. yüzyıl sonlarında tertip edilmiştir. Kardeş dilleri Megrelce, Lazca ve Svanca eğitim dili değildir. Megrellerle çok yakın akrabalığı olan Lazlar bugün Türkiye sınırlan içinde yer alan en eski yerleşim bölgelerinde yaşarlar. Diğer Kartveleliler (Megreller, Lazlar, Svanlar) 1930'dan beri tamamen yanlış bir şekilde "Gürcü" olarak adlandırıldıktan Gürcüstan'da yaşarlar. Çok sayıda Gürcü ve Laz da Türkiye'de yaşar. Gürcüstan'ın meşhur evladı(!) Stalin tarafından Gürcüstan'da yapay olarak ortaya çıkarılan etnik karıştırmanın,(1) Gürcüler'in ve Lazlar'ın kendilerini ve diğerlerini oldukça farklı halklar olarak gördükleri Türk topraklarında geçerli olmadığı açıktır. (Türkiye'de Svan yaşamıyor).

Türk sınırındaki Acaralar, hala sürgünde olan Mesk(et)ler gibi Müslüman olmalarına karşın, Gürcüstan'daki Kartveleliler (büyük ölçüde) kendi Bağımsız Kilise'leriyle Ortodoks Hıristiyan’dırlar. Gürcüstan'ın 5.400.841 (1989) kişilik nüfusunun 3.787.393 kişisi (yukarıda belirtilen 5.000 Bats 'Tuşlar' bile çok gülünç bir şekilde) "Gürcü" olarak kaydedildi.(2)

Son olarak, bölünmüş ve yönetsel olarak Doğu Çerkeslerle karışmış, çeşitli Moğol hücumlarının sonucu olarak Kafkasyalılar dışında İranlı Alan ve Türk Kıpçak soyundan, muhtemelen 13.-14. yüzyıllarda oluşan Türkik-Karaçay-Balkarlar üzerinde durmak gereklidir. O zamanlardaki nüfus hareketi, Osetler'i, Doğu Çerkesler ve İnguşlar arasındaki bugünkü yerleşim alanlarına, doğuya doğru sürükledi. Bazı safhalarda Osetler, bugün Sovyet Gürcüstan'ının parçası haline gelen dağlar üzerine yerleştiler. Osetler kendilerini, bir zamanlar Rusya'nın güney bozkırlarında dolaşan nomadik İskitler ve Sarmallarla ilişkili olan Alanlar'dan gelme kabul ederler (Osetçe su "Don"dur). Osetler'in Ortodoks olmaları, onları Kutsal Rusya'nın doğal müttefiki yaptı. 1989'da SSCB'de 597.802 Oset vardı.

Anlaşmazlıklar

Kin yüklü anti-Rus söylemlerine rağmen Gürcüler*, Transkafkasya'da ilk ayak basabilecekleri yeri Çarist Rusya'ya verdiklerinden dolayı sorumludurlar.

Moğol anlayışının bir devamı olarak Kartveleli toprakları batıda Türkler, doğuda Persler tarafından harap edildi. Büyük Katerina'nın Rusya'sıyla 1783'te yapılan Georgievsk Antlaşması, Hıristiyan Osetya ile Hıristiyan Gürcüstan'ı birbirlerine bağlayan Gürcü askeri yolunun açılmasına ortam hazırladı. 1801 ve 1810 tarihleri arasında, Kartvel dillerini konuşan bölgelerin ilhakından sonra (unutmayalım) Gürcü müttefiklerinin aktif yardımıyla Rusya, Kuzey Kafkasyalı kabileleri işgal altına almayı başarabildi.

Abhazlar, Rusya'nın 19. yüzyıldaki ilerlemesine karşı savaşan tek Transkafkasya halkıydı. 1864'te Kuzey Kafkasya'nın tamamı kesin bir şekilde Çarist ellerdeydi. Bu yıl (1864) Kuzey Kafkasyalılar'ın, Rus yönetiminden özgür bir hayat için Osmanlı topraklarına kitlesel göçlerinin başlangıcı oldu. Çerkesler'in ve Abhazlar'ın çoğu, + bütün Ubıhlar yurtlarını terk ettiler ve diğer Kuzey Kafkasyalı kabilelerin göçleri birbirini izledi. Bu yüzden, bugün sadece Türkiye'de 2-4 milyon arası bir diaspora olduğuna ilişkin iddialar bulunmaktadır. Büyük bir Çeçen grubu, daha sonra Ürdün adını alan bölgeye yerleştiler. Büyük sayıdaki insan kitlesi Karadeniz'i aşarken veya hastalıktan yabancı diyarlarda hayatlarını kaybetti.

İşgal edilen topraklar Rus İmparatorluğu'nun çeşitli yönetsel birimlerine bölündü ve Çarların Sovyet halefleri, dikte edilen bu politikaları izlediler. Üç Transkafkasya devleti, devrim ve 1920-21'de Kızıl Ordu'nun gelişine kadar olan kısa süre içinde bağımsızlığı tattılar. Gürcü birlikleri, bu zaman dilimi içinde Abhazya'yı işgal etmeyi başardı. Sovyet Abhazya'sı başlangıçta, Gürcüstan ile ittifak antlaşması ile tam bir cumhuriyet olarak Transkafkasya Federasyonu'na girdi. 1920 Kasımı'nda büyük bir Dağlılar Cumhuriyeti Kuzey Kafkasya'da kuruldu. Fakat çok geçmeden statü ve sınırları sürekli değişen etkisiz bir yapılanma haline getirildi. Ve 1931'de Stalin, Abhazya'nın statüsünü Gürcüstan'ın önemsiz bir Otonom Cumhuriyeti'ne indirgedi. 1934'te İnguşetya ve Çeçenya birleşti ve 1936'da otonom cumhuriyet statüsü verildi.

1930'larda, Stalin'in Transkafkasya'daki icracısı Lavrenti Beria idi. 1938'de Moskova'da güvenlik şefi olmadan önce Abhaz oranını düşürmek için, Abhazya'ya kitlesel nüfus ihracına başladı. Beria, Stalin tarafından empoze edilen tehcirleri gerçekleştirdi. Karaçay-Balkar'lar, İnguşlar ve Çeçenler (+ Meskh(et)ler, Lazlar ve diğer bazı Gürcü Müslümanlar ve Protestan Gürcüler) 1943-44'de, Nazilerle işbirliği yaptıklarına dair uydurma belgelerle sürüldüler.(3)

Kuzey Kafkasyalı dört halkın bölgelerindeki adları Sovyet haritalarından silindi ve toprakları komşu ülkeler arasında yeniden dağıtıldı. Yarım milyon Çeçen/İnguş tehcir edildi, yarısı yollarda kırıldı (bkz. Nekrich The Punished Peoples). Aynı zamanda Abhazya'da, Abhaz dili yasaklandı ve okulları kapatıldı. 1953'te Stalin ve Beria'nın ölümleri ile bu tür anti-Kafkasyalı önlemler feshedildi. 1957'den başlamak üzere Kuzey Kafkasyalılar'ın yeniden oluşturulan bölgelerdeki yurtlarına dönmelerine izin verildi.

1985'te Gorbaçov iktidara gelip Sovyet hayatı ile ilgili tatminsizliklerin tartışılmasını cesaretlendirdiğinde çeşitli şikayetlere neden olan sorunlar su yüzüne çıktı. SSCB'nin 15 cumhuriyetinden bazıları (özellikle Baltık devletleri ve Gürcüstan) tam bağımsızlık için çalkalanmaya başladı. Abhazlar kendilerini, devam eden Megrel göçünden dolayı daima tehdit altında hissettiler. İnguşlar topraklarını geri istediler. Ancak, 1921'de Sovyet Milliyetler Komiseri'nin müdahalesiyle, Azerbaycan'ın kontrolüne verilmiş olan Nagorno-Karabak en erken Sovyet sıcak bölgesi haline geldi. Ermeni çoğunluğuna sahip olmasına rağmen (muhtemelen Türkiye'ye hoş görünmek için) böylesi bir uygulamaya giden Stalin'den başkası değildi. 1988 sonlarında, Gürcüstan'daki anti-azınlık şovenizminin tehlikeli bir şekilde kabarmasıyla birlikte, Abhazya'daki Abhazlar ve Kartveleli olmayanlar sükunetle Abhazya'nın 1920'deki statüsünü yeniden kurmak için çalışmaya başladılar İktidardan uzaklaştırılan Gamsaxurdia'nın taraftarları 14 Ağustos 1992'de Abhazya'yı işgal eden ortak düşman Şevardnadze'ye karşı toparlamayı (boşuna) beklediler. Abhazya'nın işgali binlerce insanın hayatına ve sonrasında da kitlesel mülteci sorununa mal oldu. Abhazya, Dağlı Halklar Konfederasyonu (1989'-da, büyük ölçüde tehlikedeki Abhazlar'ı korumak için kurulan ve Kuzey Kafkasyalıların birliğini amaçlayan ve çözülmüş olan Dağlılar Cumhuriyeti'nin yeniden kurulmasını amaçlayan bir organizasyon) kanalıyla Kuzey Kafkasyalıların (özellikle Çeçenler'in) sağlam desteğine şükran borçludurlar. 14 ay süren bir savaştan sonra işgalciler ülkeden çıkarıldı. Dudayev'in Çeçenya'sı, 1991'de Sovyet Anayasası'nın tanıdığı meşru hakkı kullandı. 1990 sonların da Güney Osetya'daki karışıklıklardan kaçan insanların geçici olarak yerleştirildikleri bölgelerini tekrar ele geçirme manipülasyonuyla Çeçenler'le bağlarını koparmaları için ayartılan İnguşlar, Kuzey Osetyalılar'la çatışmalara girmiş oldular. Yine birçok insan öldü ve bir diğer mülteci sorunu yaratıldı.

Ve en son olarak, Grozni ve diğer Çeçen yerleşim birimlerine karşı girişilen kitlesel kıyımlarla karşı karşıyayız. 30 bin kişi öldü ve muhtemelen 1944'de Çeçenya'dan tehcir edilen insan sayısı kadar bir mülteci sorunu ortaya çıktı. Bütün bunlar, Yeltsin'in, usta sosyal-mühendis Josef Stalin'e layık bir halef olduğunu gözler önüne serdi.

Sonuçlar

Batı, sınırsız bilgeliği içinde, 1991'de SSCB'nin çözülmesinden sonra, 15 birlik cumhuriyetini tanımaya karar verdi. Bu 15 devlet içindeki tarihsel hiçbir haksızlık dikkate alınmadı (alınmıyor). 1920'nin Dağlı Cumhuriyeti devam etseydi, Çeçenya Rusya'nın bir parçası olmayacaktı. Abhazya'nın 1920'ler statüsü, Stalin kendi ülkesi (Gürcüstan) lehine kullanılmasıydı, Abhazya bugün 4. bağımsız Transkafkasya devleti olacaktı. Stalin, Karabak'ın kontrolünü Ermenistan'a verseydi, 1988'den beri binlerce insan ölmeyecekti. Böylece, liberal Batı'nın eğreti tutumunun uygulamada olduğunu görüyoruz. Bu münasebetle, tarihin en kanlı zalimliğinin keyfi kararlarına tanık oluyoruz. Eski Sovyet Cumhuriyetleri'nin tanınması, o devletlerin "kendi" bütünlüklerinin korunması prensibiyle birlikte yürüdü. Şevardnadze'nin Abhazya'da kan dökmesiyle ilgili haberlere batı sansür uyguladı ve Rusya'nın Çeçenya'daki askeri aktivitelerine karşı olan tepkiler, Rusya'nın bölgesel bütünlüğünü korumasına hakkı olduğuna dair açıklamalarla yumuşatılmaya çalışıldı. Dünya liderleri arasında tek başına Şevardnadze'nin, Yeltsin'in Çeçenya'daki katliamına şevkle destek olması bir rastlantı değildir. 16 Şubat 1995'te Chatham House konuşmasında, saldırgan (!) ayrılıkçılığın nerede ortaya çıkarsa çıksın, neye mal olursa olsun, bastırılması gerektiğini açıkça belirtti.

Gerçekte ne Abhazlar ve ne de Çeçenler bir bağımsızlık savaşı başlatmak için silaha sarıldılar, buradaki herkesin yapacağı gibi sadece kendilerini savundular.

Uluslararası ilişkilerde dikkate alınması gereken gerçekler vardır ve politikalar yalnızca önde gelen kişilerin kusurlu takdirine değil, gerçeklere dayanmalıdır. Abhazya ve Çeçenya sorunları, Batılı politikacıların cehalet veya ahlaki yüreksizliklerinin (veya her ikisinin) en son örnekleridir. Sergei Kovalev ve Yelena Bonner* gibilerinin, Batı'yı bu trajedilerle ilgili suçlamakta tamamıyla haklı oldukları böylelikle anlaşılmış oldu.

(*) Başlangıçta, bugünkü Gürcüstan'ın oluşturduğu coğrafya, Kafkasya'yı kontrol altına almak isteyen Çarist Rusya'yı Gürcüstan'a dini mülahazalar da göz önünde bulundurulduğunda, doğal bir müttefik haline getirmişti. Ancak Ruslar sorunlarını çözmüş bir Gürcüstan'ı her zaman büyük bir tehlike olarak gördüler.Bunun için Pan-Gürcü eğilimleri Gürcüstan aleyhine manipüle ettiler. İşte bunun sonucudur ki, Oset-Gürcüstan, Abhaz-Gürcüstan anlaşmazlıkları günümüzde ortaya çıkabilmiştir. Son olaylar sadece Oset ve Abhazlar'ı Gürcüstan'dan uzaklaştırmadı. Kuzey Kafkasyalılar'a da önderlik edebilecek bir Gürcüstan'ı kendi iç sorunlarıyla boğuşur bir hale getirdi. Rusya, Gürcüstan üzerinden Türkiye'den toprak talebinde bulunarak da, Gürcüstan’ı ileride Türkiye'den uzaklaştıracak Pan-Gürcü eğilimleri destekledi, (ç.n)

(*)Rusya'nın Çeçenya'ya kanlı müdahalesine karşı çıkan yürekli Rus aydınları (ç.n.)

Dipnotlar

1- 1926'daki Sovyet nüfus sayımında 242.990 kişi Megrel milliyetinden olduğunu beyan etti. 13.218 kişi de kendisini Svan olarak tanımladı. Bugün Megreller'in ve Svanlar'ın veya Megrelceyi ve Svancayı birinci veya ikinci dil olarak konuşanların kesin sayılarıyla ilgili bilgi bulunmamaktadır. 1930'lardan beri bu halklar "Gürcü" olarak kayıtlara geçirildiler. Bunun sonucu olarak eğitilen bütün Svanlar ve Megreller, fiilen Sovyet dönemi boyunca eğitim dili Gürcüce olan okullarda yetiştiler.

1920 ve 1930'ların yerel Bolşevik Megrel politikacısı İsaki Zhvania ve O'nunla aynı görüşü paylaşan diğer Megrel aydınları Megrelcenin yazıya geçirilmesini (ve Megrelya'nın otonom olması gerektiğini bile) tartıştılar. 1930'da (tirajı 15 bin) Megrelce Kazakişi Gazeti (Köylünün Gazetesi) yayımlandı. Dzhodzhua'dan başka diğer bir örnek, 1989'da yazan Vano Dgebuadze'dir. Dgebuadze şöyle anlatıyor: "Hatırlıyorum, 1938'deydi. Okula bazı öğretmenler geldi ve soyadımı okul kayıtlarından (Megrelce söyleniş) Dgebia'dan, (Gürcüce söyleniş) Dgebuadzeye çevirdiler. Böylece aynı köyde bir soyadın iki ayrı yazılışı ortaya çıktı. Okulda Dgebuadze, evde Dgebia. Eğitim görmemiş olan erkek kardeşimin soyadı Dgebia, benim soyadım Dgebuadze'ydi artık."

Megreller ve Svanlar'a 60 yıldır "Gürcü" oldukları anlatılmasına rağmen, 1989'daki nüfus sayımlarında kendilerini tanımlamaları şaşırtıcıdır. 1989'daki sayımlar en azından Abhazya'daki bazı Megreller arasında önemli bir endişeyi açığa çıkardı. Sayım memuruna eğer kendilerini Megrel olarak kaydettirirlerse herhangi bir "olumsuz tepki"yle karşılaşıp karşılaşmayacaklarını sorduklarına dair birtakım haberler vardır. Hem 1979 ve hem de 1989'da Abhazya'da olduğu gibi, nüfus sayım formlarının sayım memurları tarafından kurşun kalemle doldurulması tesadüfi bir politika mıdır?!

2- Bu rakamdan 1 milyon civarında Megrel, 40 bin kadar Svan ve Bats (Tuş) nüfusu düşürülürse, bu konudaki hassasiyet tahmin edilebilir. Dgebuadze, mektubunda şöyle yazıyor: "Çok iyi bilindiği gibi. Gürcüler az sayılarından dolayı, Gürcüstan Cumhuriyeti'ni kaybetmemek için Svanlar'ın yanı sıra bütün Megreller'i "Gürcü" olarak kayıtlara geçirdiler... Kendi sayılarını yüksek göstermek için."

Gürcüce’de Güney Kafkasya dillerini (Gürcüce, Megrelce, Lazca ve Svanca) tanımlamak için "Kartveluri" terimi bulunmasına rağmen, bu dilleri konuşan insanları tanımlamak için (henüz!) "Kartveleli" terimi bulunmamaktadır. Bunun yerine "Kartveli" (=Gürcü) terimi kullanılmaktadır. Bu dört halkı (Gürcü, Megrel, Laz ve Svan) belirtmek için, İngilizce'deki "Kartvelian" (KartveIi=Gürcü) yanlış terimini kullanmaya devam etmek için hiçbir mazeret bulunmamaktadır.

Bana göre, her ikisinin de (Proto-Germanik) bir dil olmaları ve Almanlar'ın daha kalabalık olmaları gibi yapay bir zeminden hareketle, bir İngiliz'i Alman saymak gibi, bir Megrel'i Gürcü saymak anlamsızdır. Bu tarihsel linguistik tartışmaya ek olarak, Pan-Gürcü kavramın savunucuları, Gürcüce’nin (Gürcüstan'da) tek yazılı dil olduğunu ve Megreller'in ve (Svanlar'ın) Kilise dili olarak Gürcüce’yi kullandıklarını da ima etmektedirler (bkz. İtonishvili 1990:19) Büyük Megrel ve Svan (ve hatta Gürcü) kitlesinin okuma yazma bilmediği Gürcüstan'da Gürcüce ancak Sovyet periyodunda evrensel eğitimin uygulanmaya konulmasıyla yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Gürcüce de konuşan Megrel ve Svan topluluk liderleri, toplumsal üstünlüklerinin bir belirtisi olarak aralarında Rusça'dan çok Fransızca konuşmayı seçen 19. yüzyıl aristokrat Ruslarını hatırlatır örnekler gibidirler. İtalyan Don Giuseppe Judice, 17. yüzyılda Megreller'in farklı bir dilleri olduğunu ve Megreller'in Gürcüce dini kitapları kullandıkları ve ibadetlerini Gürcüce olarak, aynen Avrupalılar'ın Latince'yi kilise dili olarak kullandıkları gibi, yerine getirdiklerini yazdığında haklıydı.

Kraliçe Tamara (1184-1213) yönetiminde en büyük güç ve etkiye sahip olan Gürcüler, Kafkasya tarihinde şanlı bir rol oynamalarının yanı sıra, Gürcü dil ve kültürünün uzun tarihsel ruhunu hiç kimsenin inkar edememesine rağmen, Moğol istilalarının bir sonucu olarak Gürcüstan, sıklıkla birbirleriyle çatışma halinde bulunan prensliklere ayrıldı. Bu ise modern ulus-devlet olarak, Gürcustan konseptinin 100 yıldan daha fazla bir geçmişe sahip olmadığı anlamına gelir. Prens (şimdi Aziz) İlia Çavçavadze gibi önde gelen yurttaşlar, çeşitli "Kartvel" kabilelerinin yaşadığı bütün bölgelerde, birlik duygusunu aşılamak için çok çalıştılar. Çarist Rusya yönetimi altında erime; hastalık ve dağılma sürecinde, bu tür çalışmalar asil çabalar olarak görülebilir. Ancak ulus, olgunlaşmak ve kendi kimliğiyle ilgili şartlara ulaşmak için zaman bulamamıştır.

3- Homojen bir Gürcü devleti oluşturmak arzusuyla, 1944'de Gürcüstan, Kuzey Kafkasya gibi kitlesel tehciri gördü. Lazlar, Hemşinliler ve 144.000 Meskh(et), Türkiye sınırlarına yakın bölgelerden Doğu taraflarına sürgün edildiler.

Kaynakça

Hewitt, B.G. (1993) Abkhazia: a problem of iden-tity and ovvnership, Central Asian Survey, içinde 12(3), s. 267-323.

Voronov, Y. (1992) Mariam Lordkipandze "The Abkhazians and Abkhazia", Caucasian Pers-pectives, içinde (ed. George Hewitt), s. 259-264.

Hewitt, B.G. (1985) "Georgian: a noble past, a secure future", Sociolinguistic Perspectives on So-viet National Languages, I.T. Kreindler (ed.), s. 163-179. Mouton de Gruyter: Ne w York.

Hevvitt, B.G. (1989) Aspects of language plan-ning in Georgia (Georgian and Abkhaz). Language Planning in the Soviet Union, Michael Kirkwood (ed.), s. 123-144. Macmillan: London.

Itonishvili, V. (1990) Kartveli xalxis et-nost'ukt'ura mrude sark'eshi (The Ethno-structure of Georgian People in a Distoring Mirror). Tbilisi: Mecniereba.

Lewis, G. (1965) Turkey, New York: Praeger.

Avtorkhanov, A. (1992) (M. Broxup, ed.) The North Caucasus. Barrier. London: Hurst/Company.

Bechhofer, C.E. (1921) in Denikin's Russia and the Caucasus. London: W. Collins Sons/Co.

Gammer, M. (1944) Müslim Resistance to the Tsar. Shamil and the Conquest of Chechnia and Daghestan. London: Frank Cass.

Goldenberg, S. (1994) Pride of SmalI Nations: the Caucasus and Post-Soviet Disorder. Londra: Zed Books.

Wesselink, E. (1992) Human Rights. Minorities in the Republic of Georgia. A Pax Christi Netherlands Report.

2 Mart 2007 Cuma

Nalmes

Cerkes Kizi

KAFKASYA BİZ-SİZ DAHA GÜZEL

Çok değil, daha bir kaç hafta önce samimi bir arkadaşla sohbet ederken konu her zaman ki gibi yine dönüp dolaşıp Kafkasya'ya geldiğinde arkadaşım şu ironik cümleleri söyledi;

- Biliyor musun, geçenlerde Adigey’de yine geri dönenlerden bir grup genci fena halde dövmüşler!

Kısa süreli bir manidar bakışmanın ardından devam etti.

-
Dövenlerde yerli Adigeler üstelik!

Ve sonuca bağlanan açmazını da ilave etmeyi ihmal etmedi.

-Neden böyle yapıyorlar anlamıyorum!

Olabilirdi, olamazdı ama olmuştu işte ve bu ilk de değildi üstelik. Yok konunun vahameti üzerine ahkam kesmeyeceğim. Sadece neden böyle oluyor sorusunu kendime sormaya ve cevap yakalamaya çalıştım.


Cevabım şu:
Çün
kü biz artık Çerkes değiliz!

Evet değiliz, bizi bunu için sevmiyorlar, istemiyorlar ve yerden göğe kadar da haklılar bence.

SSCB ilk yıkıldığında bizim memleketten Kafkasya’ya ilk gidenler eski tüfek komünistlerdi. Kendilerinin orası hakkında anlattıkları genelde olumlu olmakla birlikte, bu şahısların orada yaptıkları, ettikleri, söyledikleri ve oranın yerlisi olan Çerkeslerde yarattıkları etkiler, kısa bir zaman sonra bizlere kadar ulaştı.

Evet yerliler bizimkilere 'deli' gözüyle bakmışlardı, çok iyiyse komünizmi sen git kendi memleketinde kur diye de iadeli taahhütlü ideo-posta da göndermişlerdi.

Sonra sakin halk
yığınları bir hengamedir, şaşalamışken bu diaspora milletinin 'uyanıkları' çıktı gittiler oraya.

Gözü yaşlı, ağlamaklı; vatan yahut Kafkasya diyerekten. Tüccardılar, ekonomisttiler ve kim bilir ne bela yüklü katarlarla gittiler. Alınıp-satılacak her şeyi listelemişlerdi uyanıklarımız, tabi ki kendi cüzdanları hesabına. Koca peynir kalıplarını satın almakla, manav tezgahında ne bulursa file etmekle ünlendiler. Tabi yerliler bu sınır tanımaz parası bol alıcı kitlesinin tepeden bakan naif bakışlarına alışamadılar.

En sonunda da savaşkanlar gitmeye başladı. Kah atasının intikamını almaya yeminli Rus düşmanları, kah Kafkasya’yı özgürlüğüne kavuşturacağını beyan eden kahramanlar, kah milleti hidayete erdireceğini vaat eden elinde Cennet’i tutan dinciler, kah büyük Osmanlıyı kuracak Türkçüler, kah ne yaptığını kendide bilmeyen maceraperestler.

Ne ararsan vardı yani. Hala da bitmiş değil, gidenler tutunamayıp geri gelenler.


Sadece Çerkes ola
rak gidenler yok mu? Pek mühim olmayan küçük bir azınlık… Ya oradaki insanlara saygı duyan var mı? Eh belki bir elin parmakları kadar ancak!

Ne istiyoruz Kafkasya’dan? Kimse bilmiyor.

Kimsenin de bir şey vermeye niyeti yok aslında. Hep almak, hep bizim istediğimiz gibi olmasını istiyoruz insanların ve Kafkasya’nın.


Peki oranın gerçek sahiplerini hiç hesaba katıyor muyuz?


Ne yazık ki hayır.

Hata bizde… Biz artık gerçekten de olağan bir Çerkes insan tipini temsil etmiyoruz. Çerkes’in kelime anlamını bile bilmiyoruz.

İnanmıyorsanız en yakınınızdakine sorun bakalım ne cevap verecek size, hadi sorun!

Bilen var mı?

Çerkes kime denir?


Sonuçta kimse önemli değil ama oradaki kendi insanlarımız tarafından istenmediğimizi anlıyoruz!


Hata külliyen bizde, utanılası bir durumdur bu.

Anlayana tabi, gerçekten sadece ve sadece Çerkes olarak kalabilmiş olanlar için utanılacak bir durum.

Diğerleri için sonuç değişmeyecek, çünkü evlerinden boğaz manzarasını seyrederken hala hiçbir şeyin hesabını yapmadan, Kafkasya için en ipe sapa gelmez şeyleri söylemeyi ve fırsat bulurlarsa da yapmayı sürdürecekler.

Çok duygusal değilim, bilakis her yerde bu tür olaylar olur diyenlerden de değilim.

Olmamalı… Çünkü bizim aramızda, böyle utanılası kötü olaylar. Gittiğimiz yer atavatanımız bile olsa, sancılı, irrasyonel tipleriz artık,
gittiğimiz yere huzursuzluktan başka hiç bir şey ihraç edemiyoruz.

Benim önerim şu: Hiç bir yere gitmeyelim, hatta artık Çerkes olamadığımıza göre bu işleri bırakalım, bıraktıralım...

Çünkü Kafkasya bizsiz gerçekten daha güzel...

Oldu…

Oluyor…

Olacaktır da!

Novaya Zemlya