Bu Blogda Ara

5 Nisan 2008 Cumartesi

KIRIM VE KAFKASYA’DAN ADANA VİLAYETİ’NE YAPILAN GÖÇ VE İSKANLAR (1869–1907)

Yrd. Doç. Dr. Hilmi Bayraktar
Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Eğitimi ABD Öğretim Üyesi
----------------------------------------------------------------------------------

Göç ve iskan; “birey veya toplumların yer değiştirmesi ve bunların yerleştirilmeleri (1)” gibi basit tanımlamaların çok ötesinde sosyal, kültürel, ekonomik, yasal, yönetsel ve insani boyutları olan çok karmaşık bir sorundur.

Bu sorunun çıkış nedenlerini ekonomik, dini ve milli gibi sebeplere dayandırmak; soruna muhatap olanları yani göçmenleri de anlaşmalı, tahliye olunanlar, mülteciler ve uluslararası göçmenler gibi gruplara ayırmak mümkündür (2). Bu tanımlamayla göç, bir toplumun veya bir devletin sorunu olmaktan çıkıp uluslararası bir nitelik kazanmaktadır.

Osmanlı Devleti de Kırım Savaşı sonrası yoğun göçlere sahne olmuştur. Her biri ayrı trajedilerin yaşanmasına neden olan bu göçler aslında yeni ve dinamik bir toplumun ortaya çıkmasına da zemin hazırlamıştır. Bu itibarla göç ve iskanların incelenmesi bugünkü Türk toplumunun kültürel, toplumsal ve düşünsel yapısının anlaşılabilmesi için son derece önemlidir. Biz de bu düşünceyle Kırım ve Kafkasya’dan Adana Vilayeti’ne yapılan göç ve iskanlar üzerinde durmak istiyoruz. 1859-1861 yılları arasında yapılan Nogay göçlerini daha önceki bir çalışmamızda ele aldığımız için burada müstesna tuttuk.

Göçlerin Nedenleri

Göçlerin temel nedeni Rusya’nın Kırım ve Kafkaslara doğru yayılmacı bir politika izlemesidir. (3) Bu coğrafyaları elde tutabilmek için yerli Türk ve sair Müslümanları bölgeden uzaklaştırılıp, yerine Hıristiyan Rus nüfusunun yerleştirilmesi gerektiğini çok iyi bilen Rus Çarlığı, Kırım Savaşını müteakip Kırım ve Kafkasya’da kolonizasyon faaliyetlerine hız vermiştir. Diğer taraftan bölge halkları; Ruslar tarafından zorla Hıristiyanlaştırılan Nogaybaklar (4) ve Urumlar (5) gibi asimile olmamak ve topraklarını Rus işgalinden kurtarmak için Kırım Savaşı sırasında ayaklanmış, bu durum ise bölgeyi Ruslaştırmayı düşünen Çarlığın elini kuvvetlendirmiştir. Bunu fırsat bilen Ruslar, bölge halkını sindirebilmek ve göçe zorlamak için şiddete başvurmuş, yerli halkın topraklarına el koymuş ve aşırı vergilerle de bölge insanının fakirleşmesi sağlamıştır (6). Nitekim yerli halkları bölgeden sürüp çıkaran Rusların, Tataristan’a 2–3 ve Kafkasya’ya 3 milyon Rus yerleştirmiş olmaları işgal ile niyetinin bölgeyi ilhak edip uslaştırmak olduğunu ortaya koymaktadır. (7)

Ayrıca açlık ve kıtlıklar da göçün önemli nedenlerinden biridir. Nitekim 7 Aralık 1863’te Kafkaslarda 4 aydan beri Ruslarla mücadele eden Abhazlar arasında kıtlık baş göstermiş ve ağaç kabuğu yiyerek hayatta kalabilen 1000’den fazla aile Osmanlı Devleti’ne iltica etmek zorunda kalmıştır (8).

Yine Kırım Savaşı sonrası, özellikle Rusların 1874’te Kırım Türklerinin askere alınacağını ilan etmesi ve “Osmanlıya kurşun sıkmam” diyen Rusya Türklüğü arasında başlayan milliyetçilik akımı, Rusya’yı rahatsız etmiş ve bu da yeni bir göç dalgasının başlamasına neden olmuştur (9).

Ruslar, 1864’e doğru yurtlarını savunan Kafkas halklarını Avrupa nezdinde isyancı gösterip, yardımların önüne geçmeye çalışmıştır (10). 1864 Ağustosunda da Batı Kafkasya ve Kuban bölgelerinde buluna Müslüman halkın bir ay içerisinde bölgeyi terk etmeleri emrini vermişlerdir (11). 1867’de bölge halkının sindirilmesi için Kafkas sahilleri boyunca sürülmelerine karar vermiştir (12). İngiltere ve Osmanlı Devleti bu sürgünleri engellemeye çalışmışsa da bunda başarılı olamamışlardır.

Adana Vilayeti’ne İskanın Nedenleri

Aslında müttefikimiz İngiltere muhacirlerin, Avrupalıların da yardım edebilmelerini gerekçe göstererek Erzurum, Van ve Hakkari taraflarına toplu olarak yerleştirilmelerini istiyordu (13). Ancak hem Rusya bunu istemiyor (14) hem de Osmanlı Devleti toplu iskan halinde meydana gelecek ekonomik zorluklardan, güvenlik sorunlarından ve oluşacak gruplaşmaların Osmanlı toplumuna uyumu engelleyeceği düşüncesiyle buna sıcak bakmıyordu. Yine Lübnan taraflarındaki demiryolu güzergahına iskan edilme düşüncesine de Fransa ve İtalya karşı çıkmıştır (15). Bu nedenle Rumeli, Suriye ve Anadolu’daki vilayetlere dağınık olarak iskan kararı verilmiştir.

Niçin Adana sorusuna gelince; bu soruya cevap vermeden önce iskan sırasında Adana Vilayeti’nin idari ve demografik yapısına bakmanın yerinde olacağı kanaatindeyiz. Adana, 1865’te Payas ve Kozan Sancaklarıyla birlikte Halep Vilayetine sancak olarak bağlanmıştır (16). 1867’de Halep vilayetinden ayrılarak bağımsız bir vilayet olan Adana, Adana, Payas ve Kozan Livalarından meydana gelmektedir (17). Bu dönemde Adana Vilayetinde 139 bin 480’i İslam ve 21 bin 690’ı Hıristiyan olmak üzere toplam 156 bin 170 kişi yaşamaktadır (18). 1892’de de 345 bin 551’i İslam, 44 bin 951’i Gayrimüslim olmak üzere toplam 390 bin 502 kişiden meydana gelmektedir (19). 1897’de ise Adana Vilayeti Adana, Mersin, İçil, Kozan ve Cebeli Bereket Sancaklarından oluşmaktadır (20). Bu dönemde eyalet toplam 1629 köy ve 404 bin 929 kişiden oluşmaktadır.

Cevdet Paşa 1866 Adana’sı hakkında bilgi verirken, Mersin-Adana arasının nispeten imar edilmiş olduğunu, Hemite kalesinden Misis’e kadar iki bin haneyi aşkın Nogay muhacirinin iki taraflı olarak yerleştirilerek buraların imarına çalışıldığını, buna rağmen geriye kalan büyük bir kısmın aşiretlerin dolaştığı boş alanlar olduğunu söylemektedir (21). Yani iskan sırasında Adana oldukça tenha bir vilayettir.

Haddizatında bunca göçe rağmen 1897’de bile Adana Eyaleti’nde kilometre kareye ortalama 10,8 kişi düşmektedir. Bu 12,15 kişilik Türkiye ortalamasının bir hayli gerisindedir. Aynı dönemde Halep Eyaleti’nde kilometre kareye 12,65; Karaman Eyaleti’nde 11,87; Hüdavendigar Eyaleti’nde 19,11 ve Kastamonu’da 33,66 kişi düşmektedir (22).

Diğer taraftan Adana Vilayeti, ortasında Seyhan ve Ceyhan Nehirlerinin geçtiği Çukurova ile Göksu Nehrinin Akdeniz’e döküldüğü Göksu Deltası gibi oldukça geniş ve verimli arazilere sahiptir. “Definei servet (23)” olarak tanımlanan arazisi, pek çok vilayetin tarıma uygun arazilerini geride bırakacak genişlikte ve verimliliktedir. Adana Vilayetinin bu durumu o dönemde de takdir edilmiştir.

14 Aralık 1903 tarihinde Adana Maliye müfettişleri tarafından hazırlanan bir raporda Mersin, Cebeli Bereket, İçil Sancaklarından müteşekkil olan Adana Vilayetinde, dağlık ve kayalık Haçin ve Ermenek kazalarında dahi orman ve ekilebilir arazinin bulunduğu ve bu arazilerin milyonları besleyecek kadar çok olduğu ifade edilmiştir (24). Oysa Adana bunca göçe rağmen tahmini 400 bin civarında bir nüfusa sahiptir. Bundan dolayı ziraat mevsiminde dışarıdan 50 bin - 60 bin mevsimlik işçi gelmektedir. Yine de arazinin ancak yarısı ekilebilmektedir (25).

Kaldı ki halk elindeki 100 dönümlük tapuya karşılık işleyemediği 500 dönüme hükmetmektedir. Bu şekilde binlerce dönüm arazi işlenmeksizin atıl halde durmakta, ne tasarruf sahibi ne de başkası istifade edememektedir. Aynı şekilde vilayetteki nehirlerden gereği gibi istifade sağlanırsa hazinenin darlığına çare olabilecek tarımsal istihsal mümkün olduğu ifade edilmektedir (26).

Gerçekten de Adana dönemin Osmanlısının en önemli tarımsal istihsal merkezlerinden biriydi. Adana’da büyük çiftlikler vardı ve bu çiftliklerde bazı zirai aletler de imal edilmekteydi. Ayrıca Avrupa’dan büyük zirai aletler getirtilmekte, bu da tarımsal üretimi önemli ölçüde yüksek tutulmaktaydı (27). Yani devlet, muhacirleri Adana’ya iskan ederken tarımsal istihsalin arttırılması amacını da gütmüştür. Ancak unutmamak lazımdır ki gelirin arttırılması sadece devletin değil muhacirlerin de arzuladığı şeydir.

Adana’ya iskanın bir diğer nedeni de ulaşımın kolay oluşudur. Doğubatı yönünde uzanan Adana Eyaleti’nde Taşucu, Mersin ve İskenderun limanları, gelen muhacirlerin daimi iskan mahallerine ulaşımını kolaylaştırmaktadır. Ayrıca yüzyılın sonuna doğru Mersin-Adana arasına döşenen demir yolu da muhacirlerin nakliyesinde büyük kolaylıklar sağlamıştır. Nitekim muhacirlerin demir yolu güzergahına yerleştirilmeleri istenmiştir (28).

1865’de Fırkai İslahiye Ordusu’nun göçer aşiretleri iskanıyla bölgede güvenlik ve huzur ortamının sağlanması da Adana’ya iskanın önemli nedenlerinden biri olmuştur. Zira geniş ve verimli bunca araziye rağmen göçer aşiretler yüzünden bölgede zirai hayat sekteye uğramaktaydı (29). Yeni iskan edilecek nüfusla birlikte aşiretlerin hayvanlarını otlatacağı alanlar azalacağından onların bölgede başıboş dolanmalarının da önüne geçilmiş olunacaktı.

Hükümet muhacirlerin iskanı konusuna bir çözüm olmak üzere iskan olunabilecek yerlerin mahalli idarelerine sık sık yazı göndermekte ve bölgelerinde iskan için boş arazilerin olup olmadığı ile ilgili bilgi istemekteydi. Bu istek üzerine 13 Ekim 1887 tarihinde Cebeli Bereket Sancağından Muhacirin komisyonuna gönderilen bir yazıda; sancağın arazisinin mümbit ve geniş olduğu ve 12 bin hane göçmenin yerleştirilebilineceği bildirilmiştir (30). 1889 tarihinde ise Adana’da 3–5 bin hanelik boş iskan arazinin bulunduğu ifade edilmiştir (31). Yine Kafkasya’da Kuban Kazakları arazisinden 120 bin nüfusun Osmanlı’ya göç istekleri üzerine 05 Şubat 1890’de Muhacirin Komisyonu’ndan eldeki boş arazilerin dökümü istenmiştir (32). 25 Aralık 1890 tarihinde muhacirlerden 2 bin hanesinin Adana Eyaletine iskanı kararlaştırılmış ve her haneye 50’şer dönüm verilmesi halinde 100 bin dönüm arazinin gerekeceği hesap edilmiştir. Ayrıca Cebeli Bereket Sancağı Payas kazasına bağlı Yumurtalık nahiyesinde Hamzalı Burun ve Zeytinbeli mevkilerinde muhacirlerin iskan edilebileceği 11 bin 078 dönüm arazi daha olduğu bildirilmiştir (33). Ancak bunların Adana Vilayetine getirilmeleri 4–5 yılı bulacaktır.

30 Mart 1897’de de Adana Vilayetine 4 bine yakın Girit muhaciri iskanına rağmen Adana’nın daha 5-10 bin muhacir hanesi alabilecek kapasitede olduğu işgaline karşı bütün Kafkas kavimlerini bünyesinde toplamasını bilen Müridizm hareketiyle yakın ilişkisi olduğu düşünülmektedir (43). Bu durum, gelenlerin etnik kökenlerinin ortaya konmasını güçleştirmekte ve zaten kültürel benzerliğin yakınlığı da ayrımları gereksiz kılmaktadır (44). Mesela 1869 senesinde Osmanlıya iltica etmek isteyen bin 500 nüfustan oluşan Çerkes ve Karaçay hanesinden bahsedilmektedir (45). Ancak ne kadarının Çerkes, ne kadarının Karaçay olduğu belirtilmemektedir (46). Yine bir başka belgede Çerkes muhacirleri reisi Abaza Hüseyin olarak geçmektedir (47). Aynı şekilde Tiflis, Batum, Baku, Dağıstan, Karabağ gibi coğrafi veya İzabetol ve Dostof gibi vilayetlerdeki ilticalardan bahsedilmekte, ancak bunların hiç birinde muhacirlerin etnik kimlikleri belirtilmemektedir (48). Zira Osmanlı Devleti için Kafkaslardan gelen muhacirlerin kabulünde temel ayırım Müslüman olup olmamasıdır. 03 Aralık 1904 tarihinde Batum Başşehbenderliği’nden gönderilen bir telgrafta, Batum ve Tiflis’te 3 binden fazla kişinin Osmanlı topraklarına hicret etmek istediği bildirilmiş ve bunun üzerine özel görevle gönderilen bir memur ile bunların tamamının Müslüman oldukları tespit edildikten sonra kabulü kararlaştırılmıştır (49). Yine Batum Başkonsolosluğu vasıtasıyla 25 Mayıs 1905 tarihinde iltica etmek isteyen bin kadar göçmenin mutlaka Müslüman olması gerektiği vurgulanmıştır (50). İşte biz de bu nedenlerden ötürü muhacirleri geldikleri coğrafya adıyla veya verildiği ölçüde etnik adlarla andık.

Adana’ya İskan olunan muhacir grupları, miktar ve İskan tarihleri Adana’ya biri doğrudan Kırım ve Kafkasya’dan diğeri önce Rumeli’ye daha sonra Adana’ya olmak üzere iki tür Kırım Kafkas göçü vardır (51). Ancak biz burada doğrudan Kırım ve Kafkasya muhacirini ele almakla yetineceğiz. Kırım

Savaşı’nı müteakip doğrudan Kırım ve Kafkaslardan Adana’ya iskan edilen ilk göçmen grubu 1859-1861 yılları arasında Nogaylar olmuştur (52). Bu sürede 20 bini aşkın Nogay, Adana’ya yerleştirilmiştir (53). Aynı dönemde Çerkesler Konya, Kütahya ve Ankara taraflarına yerleştirilmiştir (54).

Nogay iskanından 1869’a kadar Adana’ya toplu iskana rastlanılmamaktadır. Kanaatimizce bunun nedeni hem gelen Nogayların bir hayli kalabalık oluşu ve uyumlarının beklenilmesi, hem de bölgedeki asayişsizliklerdir. Nitekim 1865’te başlayıp 1868’e kadar devam eden Fırkai İslahiye’nin faaliyetleri ile asayiş sağlanmış ve 1869’dan itibaren de yeniden iskana açılmıştır (55). Bu tarihte Dostof’ta bulunan bin 500 Karaçay ve Çerkes kendi istekleriyle evlerini barklarını satıp her türlü fedakarlığı göze alarak Osmanlı Devleti’ne iltica talebinde bulunmuşlardır. Bu istek kabul görmüş ve 1869 Haziranında Adana’ya gelmişlerdir (56). Yine 1869-1877 yılları arasında muhacir gönderildiğine dair bir belgeye rastlamadık. Bunun da nedeni bölgede baş gösteren kıtlıklar olsa gerektir (57). Bu kıtlık tam olarak ancak 1891’de bitmiş (58), ancak 1890’da (59) ve 1894’te de Kolera salgını başlamıştır (60).

Kırım ve Kafkas halkları için yeni trajedilerin yaşanmasına neden olan ikinci büyük göç dalgası 93 Harbi de denilen 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşı ile olmuştur. Karpat, 1881-1914 yılları arasında Kafkaslardan 500 bin kişinin göç ettiğini belirtmektedir (61).

Bu bağlamda Ruslar tarafından açlığa mahkûm edilen ve ağaç kabuğu yemek zorunda bırakılan Abhazlar, Trabzon’a iltica etmek zorunda kalmışlardır (62). Trabzon’a gelen muhacirlerden önemli bir kısmı 28 Kasım 1877 tarihinde Adana’ya gönderilmiştir63. Bunlar birer ikişer hane olarak köylere yerleştirilmiş, ancak muhacir vekili Abhaz Hüseyin şimdilik bir birlerine yardımcı olabilecekleri ve ileride kabilenin topluca iskan edilebileceği boş arazi bulunabileceği gerekçesiyle köylere 10’ar 15’er hane olarak yerleştirilmelerini istemiştir. Fakat bu istek, iskanın merkezi hükümetin iskan iradesine uygun yapıldığı gerekçesiyle reddedilmiştir (64).

Biz bunların miktarını bilmiyoruz. Ancak her köye 10-15 hane yerleştirilmekten bahsedilmesi, bir hayli kalabalık olduklarını göstermektedir. 19 Aralık 1888’de Vilademir adlı Rus gemisiyle doğu vilayetlerine iskan edilmek üzere Trabzon’a gidecek olan 109 Çerkes muhaciri mevsimin doğuda iskan için uygun olmaması gerekçe gösterilerek Trabzon’a uğramadan Adana’ya gönderilmiştir (65). Aslında bu kafilenin başlangıçta Erzurum, Van ve Hakkari’ye yerleştirilmesi düşünülmüş, ancak buralara Kuban Nehri boylarındaki Tatarların yerleştirilmesine karar verildiğinden, bunların Adana’ya iskanları kararlaştırılmıştır. Karar değişikliğinin nedenlerinden biri de Ruslarla yapılan göç anlaşmalarında Çerkeslerin doğu vilayetlerine yerleştirilmemeleri ile ilgili verilen taahhütlerdir (66).

24 Mart 1891 tarihinde Adana’ya 5 bin yeni Çerkes muhaciri daha gönderilmiştir. Çerkes muhacirleri adına kabile reisleri Arslan, Ahmet ve Harun adlı şahıslar hükümete çektikleri bir telgrafta; Kozan veya Cebeli Bereket Sancaklarının havasının ve suyunun kendileri için uygun olduğunu, sıcakların yaklaştığını ve hastalıklara giriftar olduklarını belirterek bir an önce iskan edilmek istediklerini ifade etmişlerdir (67). Aslında bu kafilenin iskanı 1890’da başlamış, ancak kolera ve kıtlıktan dolayı aksamış, 1891’de iskan işlemi tekrar kaldığı yerden devam etmiştir (68).

16 Mart 1902 tarihinde 35 hane ve 181 Kırım ve Karabağ muhaciri daha gönderilmiştir69. Yine 28 Mayıs 1902’de Rusya’nın Kafkasya, Dağıstan ve Karabağ taraflarından gerek buralardaki Osmanlı konsolosluklarından alınan göç tezkiresi gerekse Osmanlı topraklarına geldikten sonra komisyonun izni ile Adana’ya bir kısım muhacir daha gönderilmiştir. Karabağ’dan gelmiş olan 300 küsur muhacir

Çukurova’da Çiftliki Hümayun denilen bölgedeki köylere geçici ve karışık olarak yerleştirilmişlerdir (70). Bunlar için yardım kararı henüz verilmediğinden iaşeleri uzun zaman halk tarafından karşılanmıştır (71).

03 Şubat 1904 tarihinde Batum Başkonsolosluğu’ndan gönderilen bir telgrafta, Batum ve Tiflis’te 3binden fazla kişinin Osmanlı topraklarına göçmek istediği bildirilmiş ve Müslüman oldukları tespit edildikten sonra kabul ile Adana’ya iskanları kararlaştırılmıştır (72).

09 Aralık 1904 tarihi itibariyle Adana’ya pey der pey gelen Kırım muhacirleri sayısı ise 700 küsur haneyi bulmuş ve daha da artacağı tahmin edilmektedir (73). Ayrıca Muhacirin Komisyonu tarafından Adana’ya yerleştirilmesi kararlaştırılan 800 Kırım göçmeni Konya’ya iskan olunmak istemiş ve bu istekleri uygun bulunarak, Adana’ya gelmeden Konya’ya gönderilmişlerdir (74). Bununla birlikte 10 Aralık 1904 tarihi itibariyle muhacir komisyonunca alınan karar gereği olarak 150 hanesi İskenderun’a gönderilmiş ve bunların iskan masrafları için Adana Valisi Bahri Paşa tarafından para talebinde bulunulmuştur (75). Böylece 1904 senesinde yaklaşık 900 hane Kırım göçmeni daha Adana’ya iskan edilmiş oluyordu. 16 Aralık 1904 tarihi itibariyle de 150 hane İskenderun’dan Adana’ya gelmiştir (76).

21 Mayıs 1900 tarihinde de Humus’a gönderilen muhacirlerden Adana, Konya ve Halep’e gitmek isteyen 15-20 ailenin emsalleri gibi istedikleri yere gitmelerine müsaade edilmiş (77), istekleri doğrultusunda Adana’ya gönderilmişlerdir. 25 Mayıs 1905’te Osmanlı Devleti Batum Başkonsolosluğu vasıtasıyla Osmanlı Devleti’nin ve Rusya’nın izniyle pasaportlu olmak üzere Dağıstan, Tiflis, Baku, eyaletlerinden gelecek olan bin kadar göçmenin mutlaka Müslüman olması gerektiği vurgulanmış, bunlardan 25 Mayıs 1905 tarihinde İzabetol Vilayeti Vanodi köyünden Erzurum’a gelen 100 hanesinin bir süre burada kaldıktan sonra, Adana’ya iskanları kararlaştırılmıştır (78).

13 Şubat 1907’de de Kuyuraklı mevkiine 100 hane muhacir iskan edilmiştir (79). Muhacirlerin iskan şekilleri konusunda tek bir uygulamadan bahsetmek oldukça zordur. Uygulamalar daha çok günün koşulları dikkate alınarak belirlenmektedir. Adana Vilayetinde göçmenlerin iskanını kolaylaştırmak üzere bir Muhacirin Komisyonu bulunmaktaydı. Bu komisyonun görevi muhacirlerin iskanını sağlayıp, ihtiyaçlarını karşılamaktı. 1892’de Adana Muhacirin Komisyonu Başkanı: Muhacirini İskan Memuru Hacı Ali Ziya Efendi, İkinci başkan Osman Efendi; azalar: Arifzade Ömer Efendi, Harputluzade Hoca Halil Efendi, Ganizade Lütfi Efendi, Kocazade Mehmet Ağa idi (80).

Ancak muhacirler Adana’ya hep Muhacirin Komisyonu bilgisi dahilinde gelmemişlerdir. Perakende ve izinsiz olarak gelen önemli bir muhacir nüfusu daha vardır. 28 Mayıs 1902’de Karabağ’dan gelmiş olan 300 küsur muhacir bu şekilde gelmiş ve Çukurova’da Çiftliki Hümayun denilen bölgedeki köylere geçici olmak üzere karışık yerleştirilmişlerdir (81). Yine 1891’de de Kars/Kürekdere’den 6 hane 39 kişi daha gelmiş ve Karaisalı kazası köylerine yerleştirilmişlerdir (82). Bunlar Muhacirin Komisyonu Alisi’nin bilgisi olmaksızın gelmişlerdir. Bu nedenle kendilerine tahsisat verilmediğinden yerleştirildikleri köylülerin yardımları ile geçinmişlerdir. Çiftliki Hümayun tarafından bu muhacirlere arazi ve evlerinin inşası için kamış temin etmiş, ancak miri ormanlardan kereste temini, öküz, zirai aletler ve tohumluk zahire sağlanamamıştır.

Muhacirlerin çok büyük kitleler halinden gelmeleri, onlar için gerekli hanelerin inşası ve köylerin kurulması zaman alacağından, önce geçici olarak iskan edilmişlerdir. 28 Kasım 1877 tarihinde Hükümet Çerkeslerin karışık olarak her köye birer ikişer hane olarak yerleştirilmelerine ve tahsisatlarının kesilmesine karar vermiştir. Vilayet de bu kararı uygulamıştır (83). Devlet böylece muhacirleri yerleştirildikleri köy ahalisine baktıracak ve karşılamakta zorlandığı masrafların bir kısmından kurulmuş olacaktı. Ancak muhacirler bu geçici iskan mahallerine de; birbirimize yardım edebiliriz gerekçesiyle birer hane değil köyün büyüklüğüne göre 10 ile 15’er hane olarak yerleştirilmek istemişlerdir. Fakat devlet bu isteği reddetmiş ve her köye bir iki hane olmak üzere yerleştirilmelerine devam edilmesini istemiştir. Ayrıca kesilen yevmiyelerin bir süre daha verilmesini kararlaştırmıştır (84).

Aynı şekilde 1891’de gelen 5 bin Çerkes muhacir de köylere birer ikişer hane olarak yerleştirilmişlerdir (85). Gelen göçmenlerin önemli bir kısmı mevcut yerli köylerine karışık olarak yerleştirilirken bir kısmı için de yeni köyler kurulmuştur. Yine artan nüfusa paralel bazı köyler kasabaya ve bazı kasabalar da kazalara dönüşmüşlerdir. 1859-1861 yılları arasında yerleştirilen Nogay muhaciri için Hemite kalesinden Misis’e kadar onlarca köy kurulmuştur (86). Ayrıca 11Haziran 1894 tarihinde Çerkes muhacirleri için Feke Kazasına bağlı İnderesi adlı yerde Babaköy ve Ademi mahalleleri birleştirilerek Burhaniye köyü oluşturulmuştur (87). Ayrıca Hamidiye kazasında Ahmediye, Haliliye, Hilmiye, Mahmudiye, Saidiye, Salihiye, Sıddıkiye; Misis kazasında Şerefiye; Payas kazasında Bahriye, Hamidiye, Hüseyniye, Kızlarçalı, Kuyuluk ve Ümran; Sis kazasında Hamidülasar, Mahmudiye, Mecidiye, Orhaniye, Osmaniye; Tarsus kazasına bağlı Nemrut nahiyesinde ise Tokane (Tavkane) adlarında köyler kurulmuştur (88).

Köyler ve kasabalar başlangıçta bir muhacir grubu tarafından kurulmuşsa da bilahare yeni gelen gruplar yerleştirilerek hızla büyümüştür. Nogay muhacirlerinin kurduğu Yarsuvad Köyü hızla büyümüş ve Muhacirin adıyla nahiye haline gelmiştir (89)

Kırım ve Kafkas muhacirlerinin de iskanıyla hızla büyüyen Muhacirin Nahiyesi, 26 Nisan 1887’de Adana Vilayeti Taksim Komisyonu tarafından Cerid Nahiyesi ile birleştirilerek üçüncü sınıftan bir kaza teşkil edilmesi kararlaştırılmıştır90. Bunun üzerine Muhacirin ve Cerid Nahiyeleri birleştirilerek 12 Aralık 1893’te Hamidiye (Ceyhan) Kazası kurulmuştur (91). Bilahare bu kaza Örfiye (Ceyhan) adını alacaktır (92). Masrafı hazineye ait aşar vergisinden karşılanmak üzere bir cami, bir medrese, bir rüştiye mektebi ile bir hükümet konağının inşasına karar verilmiştir (93). Bu kaza çok kısa bir sürede büyümüş ve diğer kazalardan çok daha ileri bir duruma gelmiştir (94). Bu da bize gelen muhacirlerin ziraata ve sanayiye ilgi ve istidatlarının yüksek olduğunu ve yeni vatanlarına kısa sürede alışıp, kendilerinden beklenen faydaları sağladığını göstermektedir.

Yıldız Sadaret Hususi tasnifindeki bir belgede 1879-1891 tarihleri arasında İstanbul’a gelen göçmenlerden 11 bin 181’inin Adana Eyaleti’ne yerleştirildiği belirtilmektedir (95). Buna 1869’da gelen bin 500 Karaçay ve Çerkes’i, 1877’de gelen bin civarında Abhaz’ı da eklersek 1869–1891 yılları arasında toplam 13 bin göçmenin geldiği görülecektir. 1892’de 181 Kırım ve Karabağ, yine aynı sene içerisinde Komisyondan izinsiz gelen 300 küsur Karabağ, 1894’te 3 bin Batum ve Tiflis, yine 1894’te 700 Kırım, 1894’te Halep’ten gelen 150 Kırım, 1900’de 15-20 hane yani yaklaşık 60-80 kişi, 1905’te İzabetol’tan gelen 100 hane yani yaklaşık 500 kişi, 1907’de yine 100 hane yaklaşık 500 kişi olmak üzere toplam 19 bin 092 Kırım ve Kafkas göçmeninin Adana Vilayetine iskan edildiğini söyleyebiliriz. Kuşkusuz bunlar, sadece bizim belgelerden tespit edebildiklerimizdir. Hem bizim belgelerden gözümüzden kaçanlar, hem belgelere yansımayanların da dikkatten kaçmamalıdır. Bunlara 1859-1861 yılları arasında gelen 20 bini aşkın Nogay’ı da eklersek 40-45 bin civarında Kırım ve Kafkasyalının göç ettiğini söyleyebiliriz. Zaten vilayetin nüfusu da 1867-1897 yılları arasında 156 bin 170’den 404 bin 929’a çıkmıştır. Ancak bu artışın hepsini Kırım ve Kafkas muhacirleri meydana getirmemekteydi. Bunların yanı sıra Rumeli ve Girit göçmenleri ile yerli göçer aşiretlerinin iskanı da artışta etkili olmuştur. Bununla birlikte Kırım ve Kafkas göçmenlerinin miktarının çok ciddi boyutlar olduğu da bir gerçektir.

Kafkaslardan Anadolu’ya yapılan göç Osmanlı’nın özendirmesiyle ve gönüllü gerçekleşmemiştir. Osmanlı Devleti’nin öncelikli hedefi bölge halkını olduğu yerde korumaktı. Nitekim Viyana Konferansı’na memur olan Ali Paşa’ya verilen talimatta; “Kırım, Çerkesya ve Dağıstan’ın Rusyalının pençeli kahrından kurtarılmasının” politik ve insani açıdan en doğru yol olacağı belirtilmektedir (96).

Yani Osmanlı Devleti’nin temel hedefi bölge insanını yerinde korumaktı. Bununla birlikte gelenlerden de rahatsız olduğunu söylemek oldukça zordur. Kuruluş dönemindeki dışa dönük iskan politikasının tersine bu dönemde içe dönük bir iskan politikası güdüldüğünü söyleyebiliriz (97).

Muhacirlere Yapılan Yardımlar

Muhacirlere yapılan yardımları nakil masrafları, yevmiye, iskan evleri, arazi, öküz ve tohumluk yardımları gibi birkaç başlık altında toplamak mümkündür. Yapılan bu yardımları Muhacirin Komisyonu yürütmekteydi. Ancak bu komisyon tarafından yapılan harcamalardan başka, gönderildikleri vilayetlerde yerel yönetimler ve halk tarafından da önemli miktarda yardımda bulunulmuştur.

1865-1907 tarihleri arasında vilayette iskan olunan muhacirlerin umumi masrafları için toplam 44 milyon 258 bin 897 kuruş harcanmıştır (98). En büyük harcama kalemini tayinat denilen yevmiyeler ve hane inşa bedelleri oluşturmaktadır.

İskan edilecek her göçmen aileye nüfuslarına uygun birer hane inşa edilmiştir. İskan evlerinin nitelikleri iskan tarihlerine, yerleştirilen bölgeye ve geliş şartlarına göre değişmektedir. Mesela 28.05.1902’de Muhacirin Komisyonu bilgisi dışında kendi istekleri ile gelmiş olan Karabağ muhacirleri için Adana’da

Hamidiye kazasında ottan ve kamıştan imal edilen ve “huğ” olarak adlandırılan ve her biri 300 kuruşa mal olan 50 hane inşa edilmiştir (99). 17 Mart 1906’de Hamidiye Kazasında 2 bin 500 kuruştan 152 hane inşa ettirilmiştir (100). Buna karşılık Adana ve Misis’te de 3 bin kuruşa, Cebeli Bereket’te ahşaptan yapılan her bir hane 3 bin 750 kuruşa mal olmuştur (101). Bu bedellerin hepsi devlet tarafından karşılanmamış, bir kısmı muhacirler, bir kısmı da yerli halkın öküz yardımıyla karşılanmıştır (102).

Başlangıçta iskan sırasında ve inşaatların yapılmasında bir plan güdülmemiş, gelişi güzel yapıldığından umulan fayda sağlanamamıştır (103). Ancak 1897’de yayınlanan “Muhacirin Komisyonı Alisi’nin Sureti Teşkiline Dair Nizamname (104)” de daha önce gelişi güzel yapılan köyler yerine caddesi ve sokakları olan muntazam köylerin inşa edilmesi istenmiş ve bununla Komisyonun ilgileneceği ifade edilmiştir. Yine 14 Kasım 1903 tarihli bir raporda gönderilecek göçmenlerin hem buranın havasına uygun yerlerden gönderilmesi, hem de evlerin kerpiç, tuğla ve taştan yapılması gerektiği vurgulanmıştır (105).

Aslında devlet hane inşası için çok büyük meblağlar tahsis etmiştir. Ancak yolsuzluk ve suiistimaller nedeniyle bu paralar muhacirlere ulaşmamıştır. Adana’da yapılan yolsuzlukları araştırmak üzere 21 Haziran 1906 tarihinde bir teftiş heyeti gönderilmiştir. Heyet, Adana, Cebeli Bereket, Kozan ve İçel Sancaklarını tek tek dolaşmış ve buralarda yaptırılan yüzlerce hane inşaatında milyonlarca kuruşun yöneticilerin zimmetlerine geçirdiklerini tespit etmiş ve birçok yöneticinin tutuklanmasına karar vermiştir. En büyük suiistimal, hane bedellerinin olduğundan fazla gösterilmesi ile yapılmıştır. Yine Misis kazasıyla Adana merkezde yaptırılması kararlaştırılan hanelerin bütün masrafları devlet tarafından tahsis edilmiş olmasına rağmen, masrafların önemli bir kısmı muhacirlere karşılattırılmış, ancak hazineye masraf gösterilerek alınan paralar zimmetlerine geçirilmişlerdir (106). 1906’da Hamidiye Kazasında 104 bin 016 kuruş harcandığı halde oturulabilir ancak 20 hane yaptırılabilmiştir. Oysa bu parayla en iyisinden 50 hane inşa edilebilirdi.

Bunlardan başka 1906’da Hamidiye Kazasında Burhaniye Köyünde inşa edilen 27 hane hak sahiplerine teslim edilmiştir (107). Misis Kazasında Ümranlı ve Cebeli Bereket kazasında Hasanlı köylerinde 20’er hane, Cebeli Bereket Sancağı Payas kazasında Kurtkulağı ve Belen’de 14 hane, İkizdeğirmen adlı yerde 50 hane, yine Turunçlu köyünde Tarsus ve Mersin kazalarında yüzlerce hane inşa edilmiştir.

İskan edilen göçmenlere yapılan yardımlardan birisi de arazi dağıtımıdır. Bu bağlamda aile başına 50’şer dönüm arazi verilmesi kararlaştırılmış ve Mersin’den Payas’a, Kozan’dan Feke’ye kadar vilayetin her tarafında boş araziler tespit edilmiş ve muhacirlere dağıtılmıştır (108). 1890’da Kazak arazisinden gelecek olan iki bin hane muhacir için Adana Sancağında 100 bin dönüm, Cebeli Bereket Sancağı Payas kazasına bağalı Yumurtalık nahiyesinde Hamzalı Burun ve Zeytunbeli mevkilerinde 11 bin 078 dönüm arazi tespit edilmiştir. Büyük tahıl ziraatının yapılacağı arazilerden başka yine tapulu olmak kaydıyla bahçe ve avluların da verilmesi kararlaştırılmıştır (109). Perakende ve izinsiz olarak gelen muhacirlere de arazi dağıtılmıştır. Ayrıca tarım arazilerinin sulanabilmesi için bentlerin yapılması ve kanalların açılması da kararlaştırılmıştır (110).

Gelen muhacirler oldukça fakirdiler ve yalnızca arazi verilmesi sorunlarını çözmeyecekti. Zira göçmenlerin ne bu arazileri işleyecek tarımsal donanımı, ne de ekebilecekleri hububatları vardı. Bu nedenle alet ve tohumluk yardımı da yapılmalıydı. Bu amaçla 28 Kasım 1877 tarihinde her bir muhacir hanesi için tohumluk yardımı olarak 4’er kile buğday ve arpa dağıtılmıştır (111). Adana’da Hamidiye kazasına gönderilen Karabağ muhacirleri için her biri 22 kuruş olan 250 külek buğday için 5 bin 500 ve her biri 10’ar kuruştan 250 külek arpa için 2 bin 750 kuruş harcanmıştır (112).

Günümüz traktörlerinin işlerini yapan ve tarımsal hayatın olmazsa olması öküz ve tarımsal alet yardımları da yapılmıştır. 28 Mayıs 1902’de Hamidiye kazasına gönderilen ve burada Karabağ muhacirleri için çifti bin kuruştan 25 çift öküz için 25 bin kuruşun gönderilmiştir (113). 17 Mart 1906’da Hamidiye Kazasında bulunan 152 hane muhacir için birer çift hayvan için yerli olmak üzere 121 bin 600 ve tohumluk için 33 bin 300 ve zirai alet için 7 bin 600 kuruş tahsis edilmiştir (114). Ancak bu yardımların istenilen ölçüde olduğunu söylemek oldukça güçtür. Nitekim 14 Ocak 1900 tarihinde Adana’da bulunan muhacirlerin iskan evleri ve tarımsal alet temini için 100 bin liraya karşılık ancak 35 bin lira gönderilebilinmiştir (115).

Devlet, muhacirlerin yerleşip üretici duruma gelmelerinden sonra da gerektiğinde yardımda bulunmaktan kaçınmamıştır. 17 Eylül 1886 tarihinde Adana’da Muhacirin nahiyesine bağlı Sarıkız’da Sarıbahçe adlı yerdeki köyde yangın çıkmış ve 35 muhacir hanesi için hane başına 5’er İstanbul kilesi buğday yardımının yapılması kararlaştırılmıştır (116). Yine 29 Haziran 1906 tarihinde Adana vilayeti Haçin kazasında Kuzcağaz ve Kayapınar köylerinde iskan olunan Kabardey muhacirlerine dilekçeleri üzerine Meclisi Mahsusı Vükela kararıyla tohumluk verilmiş, ancak havaların kötü gitmesinden dolayı ürün alınamamış, bu durumun iki sene daha devam etmesi büyük sıkıntıların yaşanmasına neden olmuştur. Tekrar tohumluk yardımında bulunulmuştur. Ancak ilk sene hibe olarak verildiği halde son verilenler borç olarak verilmiş ne var ki, havaların kötü gitmesi ile yine ürün alınamamış ve borçları devlet tarafından affedilmiştir (117).

Adana’ya gönderilen ilk muhacir grubu olan Nogaylara gerek devlet ve gerekse halk tarafından çok büyük yardımlar yapabilmişken, bilahare muhacirlerin artarak devam etmesi ve ekonomik zorluklar yardımların önemli ölçüde azalmasına neden olmuştur. Mesela 1859 senesinde 15 yaşına kadar olanlar için 1’er ve 15 yaşından büyükler için 2’er kuruş yevmiye verilmişken (118); 22 yıl sonra 1891 tarihinde büyükler için 1/2, küçükler 1/4 kuruş yevmiye ödenmiştir (119).

Yevmiyeler Adana Mal Sandığı aracılığı ile on beş günde bir dağıtılmaktadır (120). Bu para muhacirlerin ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda değildi. Bu nedenle bir an önce daimi iskanlarının gerçekleştirilmelerini ısrarla istemişlerdir (121). Ayrıca ilk gelenlerden ellerinde fakirlik pusulası bulunanlara kişi başına günlük yarım kıyye un veya bedeli dağıtılırken, bilahare bundan da vazgeçilmiştir (122). Kısa bir sürede sayıları yüz binleri bulan muhacirlerin ihtiyaçlarının sadece devlet imkanıyla karşılanması mümkün değildi. Halkın da yardımına ihtiyaç vardı. Bu bağlamda Adanalılar daha işin başında muhacirlerin kalıcı iskanına kadar, geçici olarak yerleştirildikleri han ve dükkan kiraları için bağışta bulunmuşlardır. Ayrıca bölge halkı tarafından bağışlanan öküzler göçmenlerin imdadına yetişmiştir. Hanelerin inşa bedellerinin bir kısmı da yerli halkın bağışladığı öküzlerin satılması ile elde edilen parayla karşılanmıştır (123).

YAŞANAN OLUMSUZLUKLAR, GERİ DÖNME GİRİŞİMLERİ VE OSMANLI DEVLETİ’NİN TAVRI

Göç ve iskan sırasında bir takım zorluklar yaşanmıştır. Yaşanan zorlukları; nakil sırasında yaşanan zorluklar, iklim şartları, salgın hastalıklar, yerli aşiretlerle meydana gelen sürtüşmeler ve yaşanan toplumsal uyum problemleri gibi birkaç başlık altında toplamak mümkündür. Bütün bunlar da göçmenlerin geri dönme isteklerini arttırmıştır.

a. Nakil Sırasında Yaşanan Zorluklar

Mersin’e kadar yaşanan zorluklar bir tarafa, Mersin’den Adana’ya ve buradan daimi iskan mahallerine kadar yaşanan nakliye sıkıntıları muhacirleri canından bezdirmiştir. Aslında iskan edilmek üzere Adana’ya gönderilen muhacirler henüz Mersin’e gelmezden önce yerleştirilecekleri yerler tespit edilmişti. Gelecek olan muhacirin sayısı belli olduğundan Mersin’den Adana’ya kadarki nakliye araçlarının da temini emredilmişti. Ancak Adana Valisi’nin ilgisizliği ve beceriksizliği yüzünden işler planlandığı gibi gitmemiş, muhacirler takım takım Mersin’e geldikten sonra 15-20 gün boyunca aç ve perişan bir halde burada beklemek zorunda kalmışlardır (124).

Adana’daki geçici iskan yerleri olan cami, mescit, medrese ve hanlarda kalan muhacirler kalıcı iskan mahallerine birkaç araba ile ancak bir haftaya kadar yerleştirilebilmiştir. Muhacirler bu süre zarfında tren istasyonunda yağmurun altında beklemek zorunda kalmışlardır. Soğuk ve yağmurlarda açıkta ve ateşsiz yerlerde canlarından usanmışlardır. Tedarik edilebilen birkaç araba ve deveyle ve bir arabaya 15-20 çoluk çocuk ve birbiri üstüne yığılmak sureti ile Misis ve Muhacirin nahiyelerine misafir olarak gönderilebilmişlerdir. Misis köprüsünün şehir tarafındaki dükkanlarda yer kalmadığından birkaç aile yol üstünde yağmur altında çamur içinde kalmışlardır.

O sırada yol içinde kalan ailelerden doğum yapan bir kadının durumu muhacirlerin içinde bulunduğu çaresizliği gözler önüne sermektedir. Sıcak bir yere ihtiyacı olan loğusa kadının ailesinden bir erkek gelerek dil de bilmediği için ancak işaretle yalvarmış ve kapalı bir mekan istemiştir. Adana Tali Taburu binbaşısının araya girmesi ile misafirlere bir yer bulunabilmiş ve biraz rahatlamışlardır. Kafkas muhacirlerinin bu sefil durumu Müslümanları büyük bir üzüntüye sevk etmiştir (125).

b. Adana’nın İkliminden Kaynaklanan Olumsuzluklar

Oldukça serin bir coğrafyadan gelen muhacirler için en büyük zorluk Adana’nın yazları rutubetli ve sıcak ikliminden kaynaklanmıştır. Bu iklim yapısı muhacirlerin bölgeyi terk etme isteğindeki en önemli nedenini oluşturmaktadır. Aslında yalnız Adana’ya yerleştirilenler değil, Üsküp’e yerleştirilen Çerkesler, Aydın’a yerleştirilen Çeçenler, Konya’ya yerleştirilen Nogaylar da yerleştirildikleri bölgenin hava ve suyuna uyum sağlayamamışlar ve buraları terk etmişlerdir (126).

Bu durum 14 Kasım 1903 tarihli rapora da yansımış ve göçmenlerin buranın havasına uygun yerlerden gönderilmesi gerektiği ısrarla vurgulanmıştır (127). Ocak 1891’de Mersin iskelesine inen muhacirlerin marttan önce daimi iskan mahallerine gönderilmeleri, aksi halde serin bir coğrafyadan gelmiş olan muhacirlerin havanın vahametiyle Misis ve Muhacirin Nahiyelerine ulaşamadan yolda vefat edebilecekleri endişesi bu yüzdendir (128).

Ayrıca arazinin her tarafında ufak dereler, sazlık ve bataklıkların bulunması buraların havasını bozmaktadır (129). Bu nedenle bir defada 20 bin kadar Nogay, bir o kadar Kırım ve Kafkas ve dört bin civarında Girit muhaciri iskan edilmiş ve bunun için devlet birçok fedakarlık yapmış olasına rağmen, bütün bu muhacirler havasına alışamadıklarından genellikle dağılmışlardır. Bu da bunlardan beklenilen faydanın ortadan kalkmasına neden olmuştur.

1910’da bölgeyi dolaşan Anadolu’da Tanin Gazetesi yazarı Ahmet Şerif de Hamidiye kazasına yerleştirilen muhacirlerin iklimle uyuşamadıklarından bugün pek azının kaldığını ifade etmektedir (130)”.

Ancak geçici iskan mahallerinde perişan durumda bulunan muhacirler havasına ve suyuna bakmaksızın bir an önce iskan edilmek istemişlerdir. Nitekim 1890’da iskanına başlanan 5 bin Kafkas göçmenin kolera ve kıtlıktan dolayı iskanın aksamasından sonra Adana’ya iskan için bekleyen muhacirler çaresizlikten Adana’nın havasının ve suyunun kendilerine uygun olduğunu ifade ederek, bir an önce iskanlarının yapılmasını istemişlerdir (131).

c. İskan Mahallerini Beğenmeme

Memnuniyetsizlik konularından biri de yerleştirilen bölgenin beğenilmemesi olmuştur.

03 Şubat 1904 tarihinde bini aşkın Kırım muhacirinden 23 hanesi isteklerine bakılmaksızın sahilde Akçay mevkiine, 14 hanesi de Arsuz’a iskan edilmek üzere gönderilmişlerdir. Ancak bunlar İskenderun havalisindeki arazinin taşlık ve her suretle arzularına muvafık olmadığı gerekçesiyle iskana karşı çıkmışlardır.

Bunun üzerine kendilerine Rakka veya Maarra kazalarında arazinin verimli olduğu gösterilmiş ve buralara yerleştirilmesi teklif edilmiş, fakat muhacirler buna da razı olmamışlar ve akrabalarının bulunduğu Hüdavendigar ve Konya iskan edilmek istemişlerdir. Ancak Hüdavendigar vilayetinin başka muhacirler için tahsis edildiği, Konya’da ise yeni muhacirler için iskan mahallerinin kalmadığı, ancak Adana’nın Hamidiye kazasında bir hayli Kırım muhacirinin bulunduğu ifade edildikten sonra buraya gönderilebilecekleri bildirilmiştir (132).

16 Şubat 1904 tarihi itibariyle İskenderun’dan Adana’ya ancak 150 hane yerleştirilebilmiştir (133). Çerkes muhacirler ise başlangıçta Adana’yı istememiş ve Uzunyayla’ya yerleşmek istemişlerdi. Devlet de bu isteğe uyarak onları buraya yerleştirmiştir. Ancak 10 Şubat 1869 senesine gelindiğinde Çerkes Beyleri önceleri sadece kışın şiddetli geçmesinden ve hayvanlar için kışlak amacıyla Adana’ya gitmek için izin almışlar, bilahare izinsiz olarak ve daimi kalmak amacıyla Adana, Kozan ve Payas taraflarına gitmeye başlamışlardır. Bu Çerkeslerle birlikte Avşar Aşireti de aynı yolu izlemiştir (134). Ancak bu durum yerleşiklere zarar verdiğinden 19.01.1869 tarihili bir telgrafla hem Çerkes muhacirlerinin hem de Avşar Aşiretinin Adana, Payas ve Kozan taraflarına inmeleri men edilmiştir. Avşar ve Çerkes muhacirlerden eğer bu yerlere yerleşen varsa derhal ve zorla çıkartılması Aziziye, Gürün ve Kozan kaymakamlarından sayımların yapılması ve bunlardan hiç kimsenin eski yerlerinin dışında sayımının yapılmaması istenmiştir (135).

Başına buyruk bir hayat sürmeye alışmış olan muhacirlere konan bu yasaklar geri dönme isteklerinin artmasına neden olmuştur.

Muhacir iskanlarının 1885’te baş gösteren kuraklık ve kıtlığın hemen akabinde ve henüz yerli halk üzerinde olumsuz izlerinin ortadan kalkmadığı bir zamanda yapılmış olması da bölgeye uyumlarını zorlaştırmıştır (136). Bu durum yerli halkın göçmenlere olumsuz yaklaşmasına neden olmuştur.

d. Salgın Hastalıklar

Muhacirlerin hayatını zorlaştıran bir diğer neden de 1890’da (137) ve 1894’te meydana gelen kolera salgınıdır (138). Bu nedenle Mersin’e gelen muhacirler bir süre burada karantina altında tutulmuştur. Bu ise onların daha da perişan olmalarına neden olmaktaydı (139). Ayrıca Çerkes muhacirler Adana’nın alışık olmadığı havasından dolayı hastalanmışlar ve bu durum pek çok ölümlere neden olmuştur. Adana’daki mevcut iki doktorun yetmediğinden buna bir çözüm olarak, maaş ve masrafları devlet tarafından karşılanacak ve gerekli yerlerde çalıştırılacak Şükrü, Ali, Rıza ve Galanti adlarında dört tabip gönderilmiştir. Ayrıca eczacıların Adana’da tedarik edilmeleri, eğer Adana’da sağlanamazsa İstanbul’dan 2000’er kuruş maaşla gönderilecekleri, ecza masraflarının da devlet tarafından karşılanacağı bildirilmiştir. Bunlardan Galanti Efendi Mersin’e İbrahim Mekki Bey Adana’ya, Ali ve Rıza Efendiler de Kozan’a gönderilmiştir (140).

Yaşanan ufak çaplı bu olumsuzluklar bir kısım muhacirlerin geri dönme isteklerini arttırmıştır. 1879 senesinde Anadolu ve Arabistan’a gönderilen Çerkeslerin, vapurlarla bulundukları yeri terk etmeleri üzerine bunların vapurlara alınmaması için talimat verilmiştir. Mersin Limanında bazı Çerkeslerin vapurlarla İstanbul’a gittikleri anlaşılmış ve bunun önüne geçilebilmesi için çalışılmıştır (141).

Adana’ya alışamayan Çerkesler Rumeli veya İstanbul taraflarına gidebilmek için uğraşmışlardır. 17 Mayıs 1879 senesinde 30-40 hane Çerkes muhacir Mersin’de toplanmış, yeterli kolluk kuvvetinin olmaması bunların tekrar iskan yerlerine gönderilmelerinde çok büyük sıkıntı yaşanmasına neden olmuştur.

Geri dönme teşebbüsleri karşısında devletin yaklaşımına gelince; Rusya’yı terk ile Osmanlıya iltica eden muhacirlerin geri dönme isteği ile ilgili bir gazete haberi karşısında yayınlanan bir makale zannederiz Osmanlı Devleti’nin ve toplumunun hislerini yansıtmaktadır. Bu makalede değil dönmeye kalkışmak, gitmeyi hatırlarına bile getirmelerinin dehşet ve nefretle karşılanacağı ifade edilmiştir (142). Yine yaşanan bu zorluklar muhacirleri Osmanlı uyruğuna geçmekte tereddüde düşürmüş ve ağır davranmalarına neden olmuştur. Muhacirlerin tabiiyet değiştirme işlemini ağırdan almaları devleti sertleştirmiş ve 03 Şubat 1904. tarihinde Meclisi Vükela Adana’da iskan edilecek Kırım ve diğer muhacirlerin Osmanlı uyruğuna geçmemeleri halinde geldikleri mahallere iade edilecekleri bildirilmiştir (143).

e. Muhacirlerin Uyum Konusu

Muhacirlerle Osmanlı Devleti arasında büyük çatışmalar ve kültürel kimlik arama gibi ciddi manada bir uyum sorunu yaşanmamıştır. 1864 senesinde bir Avşar Beyi’nin adının “Çerkes Beyzade Hacı Bey (144)” olması toplumlar arası uyumun da ne kadar çabuk sağlandığını göstermesi bakımından önemlidir. Muhacirlerin ve daha çok bey kesiminin yaşadığı küçük çaplı uyum sorunu da kısa süre sonra aşılmıştır.

Zira kendi toplumu üzerinde mutlak bir otoriteye sahip Çerkes beyleri aşiretlerini bir arada tutabilmek için çok uğraşmışlardır (145). Ancak Osmanlı Devleti bunun mahzurlu olacağını ve uyumu zorlaştıracağını düşündüğünden, köylere karışık olarak birer ikişer hane şeklinde yerleştirmiştir. Ancak beyler toplu olarak iskanda ısrar etmişlerdir (146). Aynı durum Abhazlar için de geçerlidir (147). Bununla birlikte son dönem Osmanlı Hükümdarları’nın anne veya hanımlarının Çerkes olması ve Osmanlı bürokrasisinde önemli noktalarda Çerkeslerin yer alması bu grubun devlette etkin olmasını ve rahatlıkla merkezi otoritelere ulaşıp dertlerini dile getirebilmelerini sağlamıştır (148). Bu da uyumlarına olumlu katkı sağlamış, ancak taşkın davranmalarına da neden olmuştur (149).

Çeçenlerde ise Çerkesler gibi sınıflı bir toplum yapısı görülmez ve her Çeçen eşittir (150). Sınıfsal toplum olmayışlarının uyumlarını kolaylaştırdığını düşünüyoruz. Yine Kafkas dağlarının kuzey eteklerinde yaşayan ve Kara Çerkes olarak da adlandırılan Karaçaylar da Çerkesler gibi toplumsal sınıflara ayrılmışlardır. Ancak Karaçay toplumunda mollaların da önemli bir yeri vardır (151). Bunun ise onların imam önderli Osmanlı toplumsal yapısına uyumlarını kolaylaştırdığı kanaatindeyiz. Tiflis, Baku ve Karabağ taraflarından gelenlerin şikayetleri ile ilgili fazla belgeye rastlamadık. Bu da onların uyum sorununu en az yaşayanlar olduklarını göstermektedir diye düşünüyoruz.

Bice’nin de dediği gibi Kırım Savaşı sonrası Kırım, Kafkas ve Hazar Türklüğünün uğradığı bu trajik sürgünler, Osmanlı’da Türk milliyetçiliğinin yeşermesine vesile olarak çok önemli bir başlangıcı da ortaya koymuştur (152). Kırım Türkleri Çarlığın sürgünleri olarak yeni ülkelerine gönülden bağlanarak en sadık yurttaşları olmuşlardır (153). Türkiye’de büyük fikir ve devlet adamları yetiştirmişlerdir.

Bundan başka Anadolu köy hayatına ilk defa demir saban, harman ve diğer ziraat makineleri gibi yeni teknoloji ve usuller de getirmişlerdir. Osmanlı Devleti’ni milli devletleri olarak gören Çerkesler de bu yüzden Ermeni çetelerinin öncelikli hedefi olmuşlardır. Zira Nisan 1909 tarihinde Adana’da meydana gelen Ermeni isyanın nedenlerinden biri de Sisliyan Avadis’in evinde Mehmet isminde bir Çerkes Müslüman’ı şehit etmesidir (154). Yine Reji Kolcusu Çerkes Arslan Bey, hükümet binası önündeki kahvede otururken bir Ermeni Papazı gelmiş önce Arslan Bey’in ısmarladığı kahveyi içmiş sonra üzerindeki silahla Arslan Bey’e ateş ederek onu ağır bir şekilde yaralamış, Arslan Bey de ağır yaralı iken Ermeni’yi vurmuş ve Arslan Bey şehit olurken, Ermeni de ölmüştür. (155-155)

Sonuç

Kırım ve 93 Harpleri, Kırım ve Kafkasya’da yaşayan Müslümanlar için bir dizi trajik hadiselerin de başlangıcı olmuştur. Osmanlı Devleti, Ruslar tarafından Osmanlı Devleti’nin işbirlikçileri olmakla suçlanan ama gerçekte sadece Müslüman oldukları ve vatanlarını savundukları için vatanlarından sürülen yüz binlerce Kırım ve Kafkas halklarının iltica talebiyle karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı Devleti bu göçmen sorununa bir çare olmak üzere bunları kendi topraklarına iskana karar vermiştir.

Bu bağlamda 1867-1907 yılları arasında Adana vilayetine Tatar, Kazak, Karaçay, Azeri, Kabardey, Çerkes, Çeçen, Abhaz ile Dağıstanlı, Karabağlı, Tiflisli, Bakulü, İzabetol ve Dostoflu 20 bine yakın göçmen Adana’ya iskan edilmiştir. Adana’ya iskanın temelinde, buranın oldukça tenha olması ve verimli arazilerinin bulunması yatmaktadır. Diğer taraftan Adana’ya kadarki ulaşım kolaylığı da önemli bir neden olarak görülmektedir.

Adana’nın rutubetli ve sıcak havası muhacirlere hayatı zehir etmiş, bu iklim ve salgın hastalıklar karşısında çaresiz kalan binlerce muhacir hayatını kaybetmiştir. Devletin muhacirleri rahat ettirmek için olağan üstü bir çaba sarf ettiği görülmüştür. Muhacirlere, arazi, tarımsal alet, tohum ve öküz yardımından başka haneler inşa edilmiş ve yeni köyler kurulmuştur. Bir kısım muhacir yaşadıkları zorluğa dayanamayıp, burayı terk etmeye çalışmışsa da bilahare yeni iskan yerlerini benimsemişlerdir.

Son olarak Osmanlı Devleti’nin sosyal, kültürel, ekonomik, yasal, yönetsel ve insani boyutlarıyla çok karmaşık bir sorun olan göç ve iskanı o dönemde günümüz insan hakları standartlarını da aşacak ölçüde medeni bir tavırla çözmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Bunca göçe rağmen muhacirler arasında dağılma anlamına gelen ve temel niteliği ana vatanlarına geri dönmeyi amaçlayan bir kopuntunun (diaspora) oluşmamış olması bunun açık bir delili olsa gerektir. Bütün Müslümanların doğal ülkesi durumundaki Osmanlı Devleti’nin samimi tavrı bir kopuntunun oluşmasını engellemiştir. Ayrıca sosyokültürel benzerlik yerli Türk halkıyla göçmenlerin kaynaşmasını hızlandırmıştır.

Hiç yorum yok: